Kuzenim olarak doğan, kız kardeşim olarak hayata gözlerini yuman Sabiha Gülümtaş’ı vefatının 5. yıl döneminde rahmetle yad ediyorum. Bu yazı ona ithaf edilmiştir.
Doğru ve yanlış kavramlarının ötesinde
Uzanan bir toprak var.
Seni orada bekleyeceğim.
Mevlâna Celaleddin Rumi, 13.yüzyıl
Bir acıyı tam anlamıyla ifade etmenin herhangi bir yolu olduğuna inanmayacak kadar acı çektiğimi düşünüyorum. Hani, belki bir şairin herhangi bir dizesine tevafukki olarak gözleriniz değmişse ve “Hah ! Tam olarak bu.” diyebilmişseniz sizi müstesna tutarım. Şiirlerin, duyguları dile getirme konusunda en iyi araç olduğunu düşünenlerdenim, benzer acıları paylaşmış insanların birbirlerini anlama ihtimallerinin daha yüksek olduğuna inancındam. Geçen sürede, yaşadıklarımı göz yaşları içinde anlatırken, dünyanın kılının bile kıpırdamamış olması daimi bir hayal kırıklığımdır. Bunca umutsuzluğa rağmen dizelerinde kendimizi bulduğumuz yüce gönüllü şairler iyi ki varlar. Paul Celan da onlardan biri.
…
Sanki taşan bir şeyin döküldüğünü ifade eden bir tınısı var Paul Celan’nın başlığının, “ellerin zamanlarla dolu”. Sana verebileceğim öyle çok zamanım var ki, öyle çok anım var ki, yaşamak istediğim öyle çok şey var ki ya da boşverin yaşadığım onca acı var ki… Ellerim seninle dolu, seninle geçirdiğim onca güzel günle dolu ama hep kalbimde yarım kalan, buruk kalan bir tarafla, bir baskıyla. İlk bakışta bu üç kelimeyi, zaman kavramına verilmiş bir ehemmiyet olarak algıladım. Akıp giden zamanda yaşanan onca şey ile birlikte ne kadarını güzel değerlendirdiğimi düşündüm, ne kadar verimli kullanıyorum, ne kadar kaliteli geçiriyorum derken geride bıraktığım anılara yapılacak bir göndermeyi düşünememiştim. Ölüm ile yaşam arasındaki keskin ama bir o kadar da birbirine yakın o çizgiyi anımsamak için zaman kavramına dönüp dikkatlice bakmak gerekiyordu. Ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgideydim, bakabilene çok şeyin olduğunu anladığım o anda. Zaman ellerimden akıp giderken bir gün zamanın ahenginde yaşamım da akıp gidecek, birbirine geçmiş halkalar gibi uyumlu bir döngü. İçine özlemi alan zaman, bir ömrü sığdıran zaman, ölümü de sığdırabiliyor.
Yaşanan güzel anılarla geride kalan insanlar, yitip gitmişlikleriyle bir tat bırakıyor damakta. Biri şiiriyle anlatıyor acılarını, aşkını, akıtamadığı göz yaşını, bense kelimelerin bittiği yerde gözyaşlarımla ifade ediyorum takılı kalmış her şeyi. Ellerim onunla geçireceğim zamanlarla dolu iken, şimdi onunla geçirmiş olduklarımla dolu. Tazelemedikçe unuttuğum, tazeledikçe özlediğim günlerle… Fark ettirmeden ruhuma tanıdık gelen kokular, sesler, hayaller bırakıyor bana, yürüyüp geçtiğim bir sokak. Mesela lapa lapa kar yağarken bir gün, en çok çocuklar şenken o gün bir burukluk düşürüyor içime, hani evin önündeki o dik yokuştan elimizde poşetlerle yokuş aşağı kaydığımız o günleri anımsatıyor. Ben hala aynı noktadayım ama o kalabalık savruldu artık. Düşünüyorum, o yokuşun başında beş altı çocuk ellerinde poşet, karton artık ne buldularsa bir hevesle o taze karlara kendilerini kahkahalarla bırakmışlar. Bir kısmına yeniden değdi gözlerim şu son günlerde, bahsi de açıldı ama ben sonra çok özledim. Yanaklarımdan süzülürken dilimden dökülmeyen her sözcük, bana ilk kez bisiklete binmeyi öğreten, asansöre yalnız başıma korkmadan binmeyi öğreten, ben anaokulunda iken çıkışta beni almaya gelen o kızı anlatıyordu. Ben en çok onu özledim aslında. Dertlilerin derdini dinleyen, yılların ahenkle dans eden renklerine ev sahipliği yapmış; acıyı, kederi ve sevinci yüzyıllardır üzerinde yüksünmeden taşıyan o kutsal şehirde yani Istanbul’da, herhangi bir gününde yine boğucu bir trafikte, denize teslim olmuş köprünün üstünde, onun hayatının Hitler’i siz oldunuz dedim. Nazi kamplarında çektirilen acıların bir eşini yaşattınız ona dedim. Dalgaların içinde gidip gelen hakikat, ya anladı beni ya da yanlış anladı. Öyle ya da böyle Paul Celan Nazi kamplarında çalıştığı günlerle, tifo yüzünden kaybettiği babasıyla ve öldürülen annesiyle ruhuma böyle dokundu. Sonra katmerlenen acısının tarifini şu dizelerle ifade etti.
“Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz.”
Bu dizeleri gözleri yaşlı bir adamın, titreyen elleriyle yazdığı anı hayalimde anımsayarak okudum. Gözlerimi kapattığımda hayalime yansıyan anısıyla hissetmeye çalıştım. Derinlerde bir yerde sakladığı, göğüs kafesine baskı yapıp delicesine ağrıtan acının yükünü atmak isteyen bir adamın sözleri şu üç beş dizede gördüğüm. Herkesin derin yaraları olduğunu anımsatan yaralı sözleri, derinlerde sakladıklarıma vurgu yaparken acının bir insani nasıl intihara sürükleyebileceğini sordurtuyor insana. “Hissettiği karmaşayı yaymak yüce gönüllere yakışmaz.” diyen şairin acıya teslim olma şekli, Sen nehrinin soğuk sularına kendini bırakmasıyla anlam kazanıyor. Beni kavuran duyguları, sözcüklerin anlatmaya gücü yetmediğinde gitmek çaredir diyor sanki ve ölümü anlam kazanıyor. Yine bir şiiri yazar gibi terk ediyor ızdırabın en dayanılmazını yaşatan şu dünyayı ve şu dizeler hiç silinmiyor hafızalardan,
“Zamanı geldi artık bilmelerinin!
Taşların çiçeklenmesinin,
Bir yüreğin tedirgin atmasının zamanı geldi. Zamanıdır artık zamanının gelmesinin.
Zamanı geldi.”
Kaynakça
Paul Celan / Ellerin Zamanlarla Dolu