Çok fazla derleme hikâye kitabı okuma alışkanlığım yok. Okuduğumu hatırladığım tek derleme hikâye kitabı, Murathan Mungan’ın seçimiyle yayınlanan “Büyümenin Türkçe Tarihi” isimli kitaptı. Daha sonra edindiğim “Bisiklet Öyküleri” isimli derleme hikâye kitabını ise henüz okuyamadım. “50 Muhteşem Kısa Hikâye” yayınlandığı ilk dönemden bu yana ilgimi çeken bir kitap oldu. Özellikle edebiyatın klasikleri konusunda altyapısı zayıf olan benim gibi bir okur için, hızlı ve parçalı bir klasik edebiyat taraması olacağını düşündüm. Hikâyeleri ağır ve hazmederek okuma isteğinden midir bilemiyorum, elimde oldukça uzun bir süre tuttuğum, geniş okuma aralıkları bıraktığım ve zaman zaman tekrar baştan okumak durumunda kaldığım bir kitap oldu. Ama nihayetinde bitti.
Kitabın önsözünde İngiliz, Fransız ve Rus dillerinden dilimize kazandırılan hikâyelerin kitapta yer aldığı belirtiliyor. Bu ifade ile kitapta daha çok İngiliz, Fransız ve Rus yazarların eserlerinin olduğunu düşünmek mümkün. Ama kitapta eseri yer alan her yazarı ayrıca incelediğimde, neredeyse 12 farklı milletten, toplam 24 farklı yazarın eserinin yer aldığını fark ettim. Ama önsözde belirtildiği üzere tüm bu yazarlar eserlerini İngiliz, Fransız ve Rus dillerinde kaleme almış olabilirler. Beni bu konuda tereddüde düşüren yazarlar ise Portekizli yazar Fernando Pessoa, Avusturyalı yazar Stefan Zweig, Rumen yazar Panait Istrati oldu. Bu üç yazarın eserlerinin orijinal dillerinin Portekizce, Almanca ve Rumence olma olasılıkları bana daha güçlü geldi.
Yaklaşık 400 sayfalık derlemede, 50 hikâye var ve kitabın adından da anlaşılacağı üzere hikâyelerin çoğunluğu kısa hikâye türüne giriyor. Kitaptaki hikâyelerin çok büyük çoğunluğu 10 sayfadan daha kısa hikâyelerden oluşuyor. O sebeple hızlıca okuyup bitirilecek olan hikâyeler kitapta oldukça fazla. Ancak bu durum kitabı okumayı kolaylaştırmıyor. Eserlerin farklı yazarlar tarafından yazılmış olması ve çabucak, bir yazarın hayal dünyasından diğerinin hayal dünyasına atlamaya çalışmak, kitabın zihinde bir bütün olarak şekillenmesini zorlaştırıyor. Bir süre sonra hangi yazarın hangi eseri yazdığını karıştırmaya başlıyorsunuz. Kitapta hikâyelerin belirli bir düzende sıralanıp sıralanmadığı belli değil. En başta dil ya da ülke edebiyatı dizgisi yapılmamış. Farklı dillerden çevrilen eserler karmaşık bir sıralama ile sunulmuş. Eserlerin yazım tarihi ile kitapta yer aldığına dair de kitapta bir bilgi yok. Kitapta sadece üç eserin sonunda tarih bilgisi mevcut. Bu bilgiler de, eserlerin sıralanışında üretim ya da yayım tarihinin etkili olmadığını hissettiriyor. Bir eserin hangi tarihte, dünyanın hangi evresinde yayınlandığını bilmemek, benim açımdan eseri bir miktar özürlü bırakıyor. Çünkü zihnimde o eseri canlandırırken, kendi dönemini bir fon olarak kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorum. O açıdan baktığımda, bu durum kitapta önemli bir eksiklik.
Bu olumsuzluğa karşın, böylesi bir eserin, yayın dünyamızda önemli bir eksikliği kapattığını düşünüyorum. Belirli bir tema üzerine şekillenen karma ve seçki eserlerin farklı bir okuma kültürü yarattığına inanıyorum. Bu farklı yazarları, farklı edebiyat türlerini, edebiyat coğrafyalarını, edebi dönemleri ve yazarları karşılaştırmamıza olanak veriyor. Hatta edebiyatın geçtiği aşamalara tanık olmamamızı sağlıyor.
Kitapta en çok eseri olan yazarlar, Fransız edebiyatından Guy de Maupassant ve Rus edebiyatından Anton Çehov. Bu anlamıyla, yayınevinin seçki konusunda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim, çünkü kitapta en keyifli okuduğum eserler bu iki yazara ait olanlar. Amerikalı yazar Washington Irwing’in eserlerinde ise oldukça zorlandım. Kitapta eserleri bulunan Rus yazarlar Çehov, Dostoyevski, Puşkin, Gogol (Ukraynalı), Gorki ve Tolstoy’un hikâyeleri, edebiyatta Rus dilinin ağırlığını fazlası ile hissettiriyorlar. Çehov’un özellikle devlet memurluğunu ve bu işin insan ruhunda bıraktığı yozlaşmayı ve yaraları konu edinen hikâyeleri oldukça ilginç. Bu hikâyeleri ülkemize uyarlamak da bir o kadar kolay.
Kitapta dikkatimi çeken ve ilk kez tanıştığım bir isim de, Rumen yazar Panait Istrati oldu. Kitaptaki eseri “Bataklıkta Bir Gece”, bizim edebiyat dilimize oldukça yakındı. Duygulara, özellikle ağlamaya vesile olan duygulara hitap eden tarzı ve yoksul, çaresiz insanların hikayesini anlatması ile bende Orhan Kemal etkisi bıraktı. Portekizli yazar Fernando Pessoa’nun eseri “Anarşist Banker” ise bir anarşist manifesto etkisi bıraksa da, özü itibari ile bir siyasi komedi olarak dikkatimi çekti.
Oldukça özenli ve iyi bir seçki olarak dikkatimi çeken bu “50 Muhteşem Kısa Hikâye” kitabının, sunumunda da aynı özenin gösterilmesi ile kitaplıklarda nadide bir yer edinecek esere dönüşme olasılığı vardı. Tüm eksikliğine karşın, benim kitaplığımda bu yeri edinecek ve özellikle edebiyata yeni ilgi duyan tüm genç isimlere önerilecek kitaplar listemde olacak. Karşılaştırmalı edebiyata ilgisi olan tüm okurların da bu kitabı okumasını tavsiye ederim. En azından bu tip eserlerin önünü açmak ve teşvik etmek adına.
Görsellerin adresleri;
http://1.bp.blogspot.com/-QHWGQ4J1vg8/VmRqvCbfODI/AAAAAAAACY4/4I5MVxOV6QM/s1600/IMG_2676.JPG