Sizi kolunuzdan tutup, öyle bir yere götüreceğim ki; buraya bir daha gelmek istemeyeceksiniz! Burası neresi? Ya da onlar kim? Tüm bu ayrık çarpıklığın sebebi nedir? Neden onlar veya biz diye bahsediyorum? Benim gibi merak ediyor iseniz; ön yargılarınızı bir kenara atıp, bir yer düşünün şimdi! Gözlerinizi kapatın. Gevşeyin. Ya da pencereye çıkıp, derin bir nefes alın veya yapmayın. Bu sizin özgür, hür iradenize kalmış. Fakat bazı yerlerde ne yazık ki seçim hakkının var olduğuna, temel hak ve hürriyetlerin böylesine garip bir şekilde yok sayıldığına gözlerim ile şahit olmak pek de zor oldu!
Fatih’te bir semt, Draman. Burası İslamiyet anlayışının her yere nüfus ettiği, umumi bir illüzyonun yaratıldığı bir semt. Burada İsmailağa cemaatine mensup kişilerin yaşadığı söyleniyor. Ve kadınlar çarşaflı, tüm erkekler ise sarık ve cüppe ile dolaşıyorlar. Üstelik nerede ise çocuk yaştaki insanların dahi sakal duası yaptığını düşündürmeye sevk eden bir yerde, gündelik kıyafetleriniz ile yürüyemeyeceğinize eminim!
Bugün buraya tam anlamı ile ikinci ziyaretimiz. Daha önce iki gün boyunca Fatih’te Draman’a çok da yakın olmayan bir yerinde yakın bir arkadaşımızda konakladık. Cibali diye geçtiğini söyledi. Bize yaşadığı semtin çeşitli lokasyonlarını tanıttığı sıra, Draman’ı atlamıştık. Çünkü oraya gitmenin pek de iyi bir fikir olmadığını, daha sonra eğer olur ise bir ara gelmemizi söylemişti. O nedenden olsa gerek, aklımdan çıkmadı. Biz de dün ekip ile buraya geldik. Dar yollardan geçtik. Bir süre dışarı dahi adım atmadık, içeriden dışarıdaki bu mistik dünyayı gözlemledik.
Burada ne arıyor olduğumu soranlar olduğunda, buranın çarpıcı dokusundan hiç etkilenmediler mi diye düşünüp, durdum bir ara. Sonrasında benim kadar yoğun yaşamadıklarını anlamış olmamdan olsa gerek çok da açıklama gereği duymadım ve yaklaşık yirmi dakika kadar turladık.
Herkesin aynı şeyi savunduğu, selam verildiğinde ona karşılık selamın beklendiğini, derin bir İslami algının hâkim olduğu ve kimin kim olduğu belli olmayan bu yerde insanların oto telkin sisteminin içerisinde yaşamış oldukları görülüyor. Ki telkin, şuur dışı bir süreçte kişilerdeki belli fikirlerin ya da fiziksel bazı durumların değiştirilmesini sağlamak amacıyla verilen komutlar ya da davranışlar olarak tanımlanabilir. Tam olarak bu bilinçaltına yerleşmiş olan bazı düşüncelerin, kalıpların istenilen yönde değiştirilmesini sağlayan hareket biçimleri olarak da tarif edilebilir. Günlük hayattan örnek vermek gerekirse, küçük çocuklara verilen eğitimin önemli bir kısmının telkin yoluyla gerçekleştiği söylenebilir.
Günlük hayatlarında ne yapıyorlar, nasıl iletişim kuruyor ya da kurma gereği duyuyorlar mı bilemiyorum, ama burada tek tip insan modelinin hüküm sürdüğü aleni bir gerçek. Ve insanlar iletişim kurmak yerine hiç iletişim kurmamayı tercih ediyor gibi! Tebdil-i kıyafet içerisinde kimin kim olduğunun önemi kalmaksızın, herkes halinden memnun. Tabiî, kendilerinden olmayan birini gördükleri an işlerin rengi değişiyor. Burada eyalet sisteminin faale geçtiğini, devlet içerisinde ayrı bir devlet kurulduğunu düşünmekte haksız değiliz.
Pekiyi, dış bir göz ile bakıldığında artıları ya da eksileri nedir? Muhafazakâr kesimin hep bir arada olması, günlük yaşantılarını belirli kurallar ile yaşamaya çalışıyor oldukları gerçeği ile birleştiğinde ortaya çıkan resmi hayal edebiliyor musunuz? Yıllar boyunca çeşitli siyasi, ideolojik ya da benzeri ayrıştırmaların merkezinde bulunan Türkiyeliler, kendi içlerinde ayrışan bir takım komplikasyonlara maruz kalıyor. Nitekim; dün bu yazı hazırlanmadan evvel çıktığımız keşif yürüyüşümde bizimle yan yana yürümemek için yollarını değiştiren küçücük kız çocuklarından tutun da, ağızlarını elleri ile kapatıp fısıldaşan, hiç çekinmeden pis bakışlar atan orta yaşlı kadınlar, işi gücü bırakıp nereye gittiğimizi bakışları ile takip eden sarıklı adamlardan mı bahsetmeliydim bilmiyorum, ama görünen o ki hayat burada pek garip! Sonunda arabamıza atlayıp, mahalle içinde gezindik. Durum her yerde aynıydı. Her yanı birbirinin kopyasıydı!
Tabii ki kimsenin gelip de burada 5N1K tekniğini uygulamasını beklemiyorum. Dolayısı ile ne, ne zaman, nerede, nasıl, neden ve kim sorularının yönelttiği oklar da bir hayli değişkenlik gösterebilir. Çünkü inanın burada kimin ne olduğu belli değil iken, Türkiye’deki terör olaylarının Marmara’daki üssü burası olabilir diyebiliyor iken, uğruna yüzyıllardır savaşılan bu kutsal topraklarda varoluş değil, yok oluş mücadelesini savunmaktan başka şansımız yok gibi duruyor.
Anlayacağınız üzere, Laleli’den dünyaya giden tramvayların yerini at hırsızı kılıklı havariler alalı çok, ama çok oluyor. Hoşgörü kültürünün olmadığı, tekke ve zaviyeciliğin inanılmaz bir şekilde ayyuka çıktığı, İstanbul’un göbeğinde güvensizlik tohumlarının yıllar önce atıldığı ve artık nihayet toplanmaya başlandığını gördüğünüz an korkular ile yürürsünüz. Başınız öne eğilir, bu utanca ortak olmak istemezsiniz!