Tanrıyı Nerede Aramalı?

”Bugün, 21. yüzyılda, gökyüzünde ne var? Hiç de tanrı olamayan bir yığın şey var. Algılayabildiğimiz en uzak yerde, şeyler var ama tanrı yok, teleskop hiç tanrı görmedi.” Diyerek bir sorgu yapıyor filozof Jean-Luc Nancy ve ekliyor,

”Gök demek ve gökte olan şey olarak tanrısal demek, daha ziyade hiçbir yerde, hiçbir mekanda olmayan ve aynı zamanda her yerde olan bir şey demektir.

Gökyüzü tanrısaldır ve karşılık olarak, tanrısal olan, dolayısıyla tanrıdan kaynaklanan şey gökseldir.”

İnsan, kendi varlığını dahi kavrayamadığı bebeklik döneminde bile karşılaşır ‘’Tanrı’’ fikriyle. Kimi inanca göre günahkar doğar, kimi inanca göre ise masum. Bazı insanlar doğdukları andan itibaren ebeveynleri tarafından benimsenen inanca sarılır ve o hırkayı çıkarmaz. İnanç, onun için adeta mirastır. Bazısı ise tanrısal güdülerinin peşinden gitmekte temkinli oluyor.

Gazali’nin ‘’hadiselerin hakikatini anlama’’ olarak ifade ettiği şey, anlam arayışı ile aynı doğrultuda yorumlanabilir. Gazali’nin arayışına benzer bir arayış, ünlü Rus yazar Tolstoy’da görülür. O, yaşamın anlamsızlığından şikayet eder ve bu anlamsızlık onu bunalıma sokar. O, kendisini bunalıma sokan soruları şöyle sıralar:

‘’Bugün yaptığım, yarın yapacağım şeyin sonucu olacak mı? Bütün hayatımın sonu ne olacak? Ne için yaşıyorum? Ne için arzuluyorum? Hayatımda kaçınılmaz olan ölümümle yok olmayacak bir anlam var mıdır?’’

Gazali ve Tolstoy’un arayışlarının bir anlam arayışı olduğu ve bu arayışın onların dindarlığının güdülerini oluşturduğu söylenebilir.

Son yıllarda genetik bilim ve nöropsikoloji alanında yapılan araştırmalar dindarlığın biyolojik temelleri olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede insan beyninin dini inancı oluşturma kapasitesine sahip olduğu ileri sürülmekte ve ‘’Tanrı(yı arama) geni’’ olarak adlandırılan bir genden söz edilmektedir. Dindarlıkta kalıtımın da bir rolü olabileceği bu araştırmalar ile sabit olmuş görünüyor. Din, insan doğasının doğuştan getirdiği ve bütünüyle rasyonel olmayan bir parçasıdır ancak kültürel olarak etkilenmenin farklı dini yapılar oluşturduğu da bir gerçektir.

Freud’un başını çektiği gelenek, dini olguya olumsuz bir yaklaşım sergiliyor. Onlar için din bir ‘’yanılsama’’ iken, bir kısım bilim adamı daha ılımlı ve olumlu bir din anlayışı geliştirmişler. Özellikle psikolojik sağlık ve olgunluğun bir görünümü olan sevgi, bağlılık, barış, hoşgörü, adalet, merhamet, sorumluluk gibi evrensel değerlerin kişilikte yerleşmesinde, kötülük, sapıklık ve şiddete karşı korunmada ve bunları kontrol altına almada din ve Tanrı düşüncesinin gerçek bir işlevi olduğu kabul edilmektedir.

İnsan, dini hayatının bir yerinde konumlandırmak istiyor mu? Ve istiyorsa, din, hayatında hangi konumda yer almalı? Bu sorguyu yapacak olan, cevabını öncelikle kendi anatomisinde aramalıdır.

 


Okuyucu Yorumu Üzerine Bir Açıklama

”Sekülerizm Kıskacında İnanç” adlı yazıma yorum yapan bir okuyucum (Vestel) ”agnostik tavırla zihniyet problemi üzerine düşünmek” ifadesinin anlaşılır olmadığını söylemiş. Öncelikle değerli yorumu için teşekkür ediyorum. Konuyu biraz daha açmak, kendimi ifade etmem ve dolayısıyla doğru anlaşılmam açısından önemli olacaktır.

Agnostik tavır, diğer tutumlara nispeten inanç meselelerine, dini tercihlere daha objektif ve eleştirmeden önce anlamaya çalışır bir tavırda durmaktadır. Günümüzde çokça tartışılan ve zannımca çıkmaza sokmaktan başka bir sonucunu görmediğim ”Gelenekçilik ve Modernizm” tartışmaları, kendi içlerinde tutarlı olsa dahi, her iki taraf için de amacına hizmet etmiyor.

Gelenekçi yaklaşım, modernist yaklaşımı sekülerleşmek, kendi algıladıkları ifade ile söyleyeyim ”dinsizleşmek” ile itham etmekte. Modernist yaklaşım ise gelenekçileri, ”gericilik” ile itham ediyor. Bu iki yaklaşımında sağlıklı olmadığı aşikardır. Halbuki agnostik tavır ile meselelere tarafsız ve anlamaya yönelik yaklaşıldığında çıkmazları aşabiliriz.

Her iki yaklaşımında aşırı söylemlere taşındığında ”tekfirci” bir tavır ortaya çıkıyor ki bunun acısını hem yüzyıllar önce ”Hariciye” zihniyetinde tattık, hem de halen Orta doğu’da süregelen birçok yapılanmanın sonuçlarında tattık, tadıyoruz.

Sekülerleşme ifadesini ya da dinin profanlaştırılması, içinin boşaltılması, bireysel alana hapsedilmesi konularını bu çerçevede iyi anlamak gerektiğini ifade ediyorum. Bu yozlaşmaların ”agnostik tavır ile zihniyet problemi üzerine düşünmek” ile çözüme kavuşacağını anlatmak derdindeydim.

Belki geç bir açıklama oldu fakat geç de olsa umarım anlaşılmazlığı giderebilmişimdir.

 

 

 

Görselin kaynağı: https://pixabay.com/tr/karanl%C4%B1k-kap%C4%B1-kap%C4%B1-kolu-i%C5%9F%C4%B1k-1852985/

Son Yazılar

1995 doğumlu. Amasyalı. İlahiyatçı.