Dünya çapında birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü olarak 1925 den beri kutlana gelmiş bir gün olarak “1 Mayıs”, ülkemizde de 2008 Nisanında, “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edilene dek kutlana gelmiş ve bir yıl sonra 22 Nisan 2009 tarihinde ise yasa ile resmi tatil ilan edilmiştir.
1 Mayıs’ın, bana düşündürdüğü bir takım şeyler olmuştur.
Birincisi, işçilerin dayanışma içinde haklarını aramak ve hep birden büyük bir oluşumla, sorunlarının dile getirilmesi amacıyla emekçilerin dayanışma günü olması gayet olası bir durum iken; asgari ücretin, asgari geçime yetmediği, yaşam standartlarının düşük olduğu, insanların sigortasız çalışmak zorunda kaldığı, emeklerin karşılığının alınamadığı, iş kazalarında tedbir ve denetimin tam olarak bulunmadığı bir ülkede, emekçilerin bayramı olarak kutlanması?
Bununla beraber iyiye doğru giden bir trend yakalamış olması da görmezden gelinemez!
İkincisi, ulusal bir gün olarak kamu, kurum ve kuruluşlar tatil iken, işçilerin hepsi resmi kurumlarda çalışmıyor olması ve çoğunluğunun bugün işbaşı ya da mesai yapıyor olmasının yanında sanayinin bacası her zamankinden daha fazla tütüyor olması?
Bu ne demek: “1 Mayıs” işçi bayramı ama, memur tatili!
Üçüncüsü, meydandakilerin kamu kuruluşunda çalışan bir grup işçiler, işsizler, birkaç sendika ve provokatörle kutlama adı altında miting mi ya da eylem mi yaptıklarının belli olmaması ve bu günün tatil yapılmasının sebebinin işçilerin dinlenmesi ya da kutlaması değil de; bu günler gösteri günleri, olay günleri, yakıp yılma günleri aman tatil yapalım da vatandaş işe gidip gelirken zarar görmesin, esnaf kapalı kalsın iş yerleri yerle bir olmasın gibi bir sokağa çıkma yasağı olarak, tatil adı altında insanların sokaklardan uzak tutuluyor olması?
İşçi kardeşlerin gittikçe bilinçlenmesi ile bu olayların da suyu çekilir oldu artık!
Dördüncüsü, ülkenin diğer yerlerinde kutlama yokmuş da sadece İstanbul’da yapılıyormuş. Ya da işçiler sadece burada temsil ediliyormuş gibi gösterilmesi ve Taksim ile özdeşleşerek belli bir kesime hitap ediyormuş gibi sunularak olayın bir yere has kılınması ile Taksime sıkıştırılarak anlamının daraltılması, bayram değil de sokak gösterileri ve olaylar ile anılıyor olması?
Bu yer kutsallığı da kalktı çok şükür. Her yer meydan, her yer işçi!
Beşincisi, olay çıkarmak ve karışıklık yaratmak için bahane arayanların bunu bir fırsat bilinerek mitinglerin isteklerin dile getirilmesi yerine, saldırı ve kargaşanın bir sembolü yapılması? Perde önünde bol olaylı, provokatörlü, terörlü, taşlı sopalı kutlama adına ne varsa mevcut iken; perde arkasında bu işler böyle olur, her yerde böyle yapılması gerekir mesajının veriliyor olması?
Altıncısı, haber dediğin olaylı olur. Sapan taşı, molotof, polis copu ve biber gazı olmadan haber mi olur mantığıyla olayların yönlendirilmesi ve -gündemin iyisi kötüsü olmaz- gündem olsun nasıl olursa olsun gibi bir habercilik anlayışıyla olayların sunuluyor olması?
Medyada da değişimler olduğu görmezden gelinemez. Artık sadece bir takım insanların değil bir kaç takım insanların elinde olduğu için, bazı olayları farklı açılardan görmemiz daha kolay oluyor!
Yedincisi, yapılan kutlamalar ile bazı kesimlerin sadece kendi istek ve arzularını dillendirmeye çalışması, karşı kesime mesaj vermeye çalışması, hakaretler içeren konuşmalar yapılması, eylemci ve polis reflekslerinin ölçüldüğü bir toplumsal refleks ölçme çabası ile hükümeti devirmek ve devleti küçük düşürmek adına yapılıyor olunması?
Bu tür hareketler, her fırsatta yapılan toplumun huzurunu düşünmeyen ve bayram seyran tanımayan haince hareketler olarak hep var olacaktır. Ne yazık ki!
Sekizincisi, darbe öncesi olayların eksik olmadığı bir dönemde, 1977’de, Taksim’de yapılan kutlamalarda bu meydanda 28 kişinin ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişinin ateşli silahla vurulması, 1 kişinin de panzer altında kalarak yaşamını yitirmiş olması vahim bir olay iken; işin daha vahimi, ateşi kimin açtığının tam olarak belirlenememiş olması ve 40 yıldır bu bilinmezliğin devam etmesi ya da ettirilmesi bir yana, açıklanamıyor olması?
Bu da, tarihin tozlu raflarında, belki de yıllar sonra ortaya çıkacak bir vesika olarak beklemekte!
Dokuzuncusu, memuru, işçisi, öğretmeni, doktoru, polisi… Sayamayacağımız bir çok çalışma grubu ile hepimiz bir emekçiyiz. Hatta hayatta kalmak ve yaşamak için mücadele içinde, çaba sarf etmekte olan her bir insan, ırkı, siyasi görüşü, soyu, mezhebi ya da meşrebi ne olursa olsun bir emekçi iken; bu bayramın sadece bir kesime ve bir siyasi düşünceye has kılınması?
İnsana düşündürülmeyen şey! Çalışan her zaman işçidir, çalışmak her zaman emektir.
Halbuki bir zamanlar, 1 Mayıs 1896’larda Amerika işçi sendikaları konfederasyonu önderliğinde işçiler 12 saat çalışmaya karşı ve 8 saatlik çalışma takvimi talebiyle Chicago’da yapılan gösterilerde, yarım milyon işçi siyahlar ve beyazlar birlikte yürümüş ve ulusal parka girmişlerdi.
O dönemde, siyahların bu parka girmesi bile yasaktı!
Onuncusu ve sonuncusu ise, adı ne olursa olsun, hiç bir ayrım gözetmeden sadece çalışan birer insan, birer emekçi olarak, böyle bir bayramın birlik beraberlik içinde kutlamasının gereğine, hepimizin yürekten inanmaması?
O gün geldiğinde, her şey daha güzel olacak!
Resim kaynak:http://dipsoz.com/alin-teri-ve-emek-ile-ilgili-sozler/