Kışın öyküsünün bitmesi ile güneşin göz kırpması etrafı bir ayrı güzelleştiriyor; yeni umutlar, yeni tespih taneleri ısıtıyor gönlümüzü… İçimden bir ses her şeyin güzel olacağını söylüyordu. Tüm zorluklara rağmen bu ses hiç değişmiyordu. Çünkü inandığım ve duyduğum tek ses rabbimin kutlu sesiydi. Bununla hayat buluyor, hayatıma bununla yön veriyordum. Eskileri hiç unutmam. Zaman zaman dün gibi yaşadığım anılarım düşer aklıma. Zamanı pek hatırlamıyorum ama Eylül ayı idi. O zamanlarda daha on altı yaşındaydım. Uzun elbiseler giyerdim hep arkadaşlarımın alaycı bakışlarına rağmen. Bilmiyorum ama böyle yapmam gerektiğini düşünürdüm. Arkadaşlarım, çoğu şeyin farkında değilken ben sanki her şeyi tecrübe edinmiş bir üslup ile arkadaşlarıma bildiklerimi anlatmaya çalışıyordum. Bu bilmişlik gibi gözükse de, öyle bir amacım olmadığını herkes biliyordu. Bu yaşananlar her ne kadar beni üzse de en çok canımı acıtan yine de bilinen bir hazineyi gözardı etmeleriydi.
Düşüncelerini anlamıyordum arkadaşlarımın. Sorguluyordum etrafımdakileri. Sokakta benden küçük oynayan çocukları görünce izlemeye daldım. O kadar mutlulukla oynuyorlardı ki kendimi izlemekten alamadım. Ta ki sınıf arkadaşlarım gelene kadar. Yüzlerinde alaycı tavırlar, üzmekten korkmayan üsluplarla oyunlarını bozdular. Kardeşlerimin bir anda yüzlerini ıslatan gözyaşlarıyla doldu. Çünkü o zamanlarda en büyük mutluluğa müdahale edilmişti. Arkadaşlarıma yaklaşıp niye böyle bir şey yaptıklarını sorduğumda aldığım cevap karşısında bir kez daha yıkılmıştım. Çünkü verdikleri cevap onları üzmek olduğunu duydum. Böyle bir şey nasıl olurdu? Bu yaşta vicdanların yavaş yavaş köreltilmeye başlandığını bir kez daha görmüş oldum. Ama bu çok acı vericiydi. Bu şekilde davranmamaları gerekiyordu. Daha çok mutlu etmeye çalışmak yerine daha da kırıyorlardı. Sınıf arkadaşlarıma yönelip dediğim cümle şu oldu. “Bir daha kimseyi kırmayın ve mutluluğu bozmayın. Çünkü kimse kimsenin hüznü ile mutlu olamaz.” Evet aynen bunları söylemiştim. Ve arkadaşlarımın yanından ayrılıp diğer kardeşlerimin yanına gittim. Yüzlerindeki gözyaşlarını silip onlara gülümsemiştim. Arkadaşlarımın bir hata yaptığını ve bir daha tekrarlanmayacağını söyledim. Sonra küçüklerden adı Veysel olan bir kardeşim bana sarılıp “abla bizimle oyuna devam eder misin?” dedi. O an çok mutlu olmuştum. Beni yeni mutluluklarına davet etmişlerdi. İyilik yağmuruma bir damla daha biriktirmiştim. Ben böyle mutlu oluyordum. Başkalarının mutluluklarını gördükçe katlanıyordu. Böyle öğrenmiştim ailemden, bana hep bunları öğretmişlerdi. Babamın bir sözü vardı. “İslam için müslümanların manevi ve ahlaki yükselişi, sürekli çaba harcamakla mümkün olur.” Bu sözü asla unutmuyorum. Her gün bir kez daha fazla çabalamaya çalışıyordum. Küçük yaşıma rağmen sürekli araştırmayı seviyordum. Kendimi yaradanın kitabında ne buyurduysa o doğrudur. O’nun elçisi kimi nasıl tarif ettiyse, Allah rızasını gözeterek, emir ve nehiylerine uyarak yaşamayı harita edinmiştim.
Mutluluk buydu benim için. Hatta size gerçek bir mutluluk söyleyeyim mi? Kendi mutluluğunuzun yanında başkalarının mutluluğu içinde yaşayın. Beklentisizce, sadece gülümseyerek, karşınızdaki insan mutlu olsun diye bir şey yapın. Bakın o zaman evinizde mahallenizde, yeryüzünde kavga, huzursuzluk kalıyor mu? İnsanlar birbirini öldürüyor mu? Ben umut dünyasına hayalleri gerçek olsun diye gece gündüz çalışan insanları, yeryüzünde akan kanın bir damlası dursun diye gözünü kırpmadan canını verecek güzel yüreklileri tanıyorum. Kin ve nefret kimseyi mutlu etmemiştir bugüne kadar. Ne sizi ne karşınızdakini. O yüzden bırakın kavgayı, kini. Onların bayramı bizim mutluluğumuz olsun her zaman.