“Kitapları yazanlar her ne kadar anlasam da, anlamasam da çevremdeki herkesten başka ve daha güvenilir ve emindiler.” diyor, Şule Gürbüz son kitabı ”Öyle Miymiş?”de. Öyle miymiş? Öyleymiş. Mesela Şule Gürbüz’ün kitabını anlamadım ama ona dair, bende ciddi bir güven oluştuğunu söyleyebilirim.
Acemi ve çırak bir kitap okuru olarak, Şule Gürbüz’ün “Öyle Miymiş?” kitabı ile yolum, Sabit Fikir Dergisinin, 2016 yılının en iyi romanları listesinde çakıştı. Kitap bu listede 4. sıradaydı. Sıralamada böyle bir yere sahip kitabı sipariş listeme eklememek büyük bir eksiklik olur diye düşündüm.
Okuma sırası bu kitaba geldiğinde ve sayfaları birer ikişer atlamaya başladığımda, okuduğum kitabın bir roman olup olmadığını sorgulamaya başladım. Oldukça derin, uzun ve meşakkatli cümlelerin, nereden başlayıp nereye ulaşmaya çalıştığını anlamaya çalışmak da bir süre sonra zorlaştı. Cümlenin başında zihnimde oluşan algının, cümlenin sonuna doğru, başında oluşan algı ile bir alakası kalmadı. Hatta bu okumalar esnasında, zihnimizin de, elektronik ortamda metin yazarken, yazılımların bize otomatik kelime önermesi gibi, her bir cümleyi okurmaya başlarken, bazı otomatik algı oluşumlarına meylettiğini fark ettim. Ama Şule Gürbüz, tüm bu otomatik algı oluşumlarını paramparça eden bir yazı serüvenine soktu beni.
Peki kitaptan ne anladım? Galiba anladığım tek şey, benim bir altı ay sonra bu kitabı tekrar okumam gerektiği idi. Hatta belki bire altı ay sonra bir kere daha.
Tüm anlamamazlığıma karşın kitaptan kısaca bahsetmek istiyorum ama zannedersem yazarından bahsetmeden kitabın içeriğine girmek anlamsız. Şule Gürbüz, 1974 doğumlu, günümüzde orta yaş sınıfına giren, Cambridge Üniversitesinde felsefe eğitimi almış ama antika saatlerin tamiri üzerine uzmanlaşmış ve Dolmabahçe Sarayı içindeki Saat Müzesinde bu uzmanlığını sergileyen bir isim. Halen de bu işi yürüttüğü biliniyor. Felsefe ve saatin kesiştiği, ilginç bir eğitim geçmişi ve ilginç bir meslekle buluşan edebiyatın, bildiğimiz sıradan bir edebiyat olması da beklenemezdi. “Öyle Miymiş?” de o sıradanlıktan çok uzak.
İlk farklılık kitabı elinize aldığınızda, kapak, arka kapak ve tanıtıcı iç sayfalarından başlıyor. İletişim Yayınları, saygın bir yayınevi olarak, yayınladığı kitapların kapağına, kitabın, yazarın ve yayınevinin ismi ile tanıtıcı bir görsel yerleştirmesi dışında, okuru kitabı almaya yönelik kışkırtıcı, cazibe kazandırıcı bir cümle, kelime, grafik ya da görsel tercihlerde bulunmuyor. Ama “Öyle Miymiş?” kitabı, bu ağırbaşlılığın ve sadeliğin ötesinde, herhangi bir görsel barındırmayan, sadece çok şatafatlı olmayan bir çerçeve barındıran kapağa sahip. Kapakta, kitabı tek farklı hissettirecek şey, tanımlamakta zorlanılanacak olan baskın rengi. Arka kapak ise, İletişim Yayınları standardının tamamen dışında ve kitaba dair hiçbir metin yok. Kitap bu hali ile daha çok bir ortaçağ eserini andırıyor. Sadece baskı sonrası yapıştırılmış barkodları görüyoruz. İç tanıtıcı sayfalarda ise, yazara dair, daha çok önceki eserlerinin isim bilgilerinin yer aldığı 4 satırlık bir tanıtım yazısı var.
Ve tüm bu bilinmezliğin içinde kitaba dalıyoruz. Kitabın dört bölümden oluştuğunu da ancak kitabın içinde ilerleyerek fark edebiliyoruz. İlk okuduğumuz bölüm “Cinnet Varken Cennet Olabilir mi?” daha çok bir masal öncesi tekerlemeleri tadında ilerleyen metinlerden oluşuyor.
Kitabın tamamına yansıyan şey, tasavvufi bir zihin dünyası. Neden tasavvufi bir ruh dünyası değil de, zihin dünyası dedim? Çünkü ruh soru sormaz? Soruyu zihin sorar. Oysa kitap baştan sona, aynen isminde olduğu gibi sorularla geçiyor. Yazar bu soruların cevabını bilmesine karşın bize mi soruyor, kendisinin de bilmediği sorulara yanıt mı arıyor, yoksa bildiği ama şüphe duyduğu ve sürekli sorgulama gereği duyduğu doğrularını gözden mi geçiriyor, işte bu sorulara dahi doğru yanıt veremiyorum.
Kitabın bölümleri, insan yaşının evrelerine göre dizilmiş gibi hissettim. En uzun kesit ise gençliğe ayrılmış. “Hayır Demeden İtiraz” isimli bölüm, kitabın en somutlaşmış kısmı ve zihninizde, kare mi, üçgen mi, daire mi olduğu belli kalıplara oturduğu hissi veriyor. Cümleleri, zorla zihninizdeki kalıplara sığdırmaya çalışmıyorsunuz.
Kitaptaki bazı soru ve sorgular, inancın bilindik kalıplarını zorlayıp, aforoz edici sınırlara ulaşırken, kimi sorular, inancın muhaliflerini köpürtecek safhaya ulaşabiliyor. Kitabın “Öyle Miymiş?” kısmı, daha çok inanca yüksekten, küçümseyici, alaycı ve dışarıdan bakanlara yönelik bir sorgulama içinde geçiyor.
Ve kitap, aynen bir insanın yaşı ilerledikçe dil becerilerinin de gelişmesi gibi, özellikle kelime dağarcığı açısından genişliyor ve elde bir sözlük olmadan okunmaz hale geliyor.
Şule Gürbüz’ün bu kitabı, günüm boş geçmesin minvalinde okunacak bir kitap değil. Yıllık hedeflenen kitap sayısına erişmek için de okunması tavsiye edilmez. Artık okumadığı zaman kendisinde eksiklik hisseden, kelime dağarcığı gelişmiş, olgunlaşmış okurlara hitap eden bir eser. Bu okumamı, bir ön okuma olarak kabul edip, farklı bir zamanda bu kitapla yeniden temas etmeyi umuyorum.
Görsel 1; http://postdergi.com/wp-content/uploads/2016/03/sule_gurbuz.jpg
Görsel 2; https://ozkanalibozdemir.files.wordpress.com/2016/07/oyle-miymis.jpg?w=444
Görsel 3; http://ar-files.s3.eu-central-1.amazonaws.com/s3fs-public/sule_gurbuz.jpg