Fişlerinizi çekin!

Hayat yalanlar üzerine kurulu bir gerçek… Adeta bir Matrix’in içinde yaşıyor gibiyiz. Bildiğimizi, anladığımızı, fark ettiğimizi, yaşadığımızı zannediyoruz ama yanılıyoruz. 21. yüzyıl insanı belki birçok açıdan şanslı görülür kendinden önceki nesillere göre. Daha rahattadır, daha konforludur, daha bolluk içerisindedir, daha çok imkana yani teknolojiye sahiptir. Peki, durum gerçekten böyle midir?

Günümüz insanı şimdiye kadar hiçbir neslin yaşamadığı bir esaretin içerisinde. Önceden de esirler vardı. Mısırlılar, Romalılar, Yunanlar ve daha bir çok uygarlık neredeyse esir devletleriydi. Bazı okuyucuların tarihi karıştırmama şaşırdıklarından eminim. Çünkü daha elli yıl öncesine kadar kölelik yasaldı. Beyaz insanların, siyah tenli türdaşlarına yaptıklarının etkileri hala gözler önünde. Fakat günümüzdeki kölelik başka. İnsanlık tarihinin görmediği türden bir kölelik.

Günümüzdeki insanlar kendilerini özgür zanneden köleler durumundalar. Özgür olduklarını düşünüyorlar çünkü istedikleri “bilgi”ye anında erişebiliyorlar, kendilerini ifade edebilecekleri yüzlerce platforma sahipler. Buna özgürlük denirse öyleler. Bu özgürlüğü sağlayan en temel unsur ise cep telefonları ve şimdilerde ona ruh veren internet teknolojisi. Adeta o üç beş inçlik ekranlar, özgürlüğe açılan pencereler. Onlar böyle düşünedursun, cep telefonları aslında özgürlüğümüze vurulan prangalar. Abartmıyorum. Tam tamına uyuyor bu tanım.

“Teknoloji bıçak gibidir” denir. Yani hangi amaçla kullanırsan ona hizmet eder babından. Bu benzetmeyi ben de kullandım defalarca. Fakat şimdi düşünüyorum da, teknoloji bir sustalı bıçak gibi. Yani daha çok yaralamaya yarıyor sanki. Cebimize koyduğumuz cep telefonları ve neredeyse hava gibi her tarafımızı sarmış olan internetin bize artık faydasından çok zararı olduğunu düşünüyorum. Peki, faydalarını saymakla bitiremedikleri bu teknolojilerin bize zararları nelerdir? Bu zararları madde madde aşağıya sıralamak istiyorum:

  • Artık nerede olursak olalım, konumumuzdan haberdar olan birileri var.
  • Artık arama motorları ve internet sayesinde eğilimlerimiz, ihtiyaçlarımız, merak ettiklerimiz rahatlıkla tespit edilebiliyor. Belki de bizi bizden daha iyi tanıyan insanlara tabiri caizse ruhumuzu sunuyoruz. Bu bilgiler siyasetçilere, şirketlere veya istihbaratlara peşkeş çekiliyor veya satılıyor olabilir.
  • Sosyal çevremiz, arkadaşlarımız, resimlerimiz, isimlerimiz karanlık bir havuzda arşivleniyor. Günü gelince bunların art niyetli amaçlarla, bize karşı zaaf olarak kullanılmayacağını kim garanti edebilir. Günümüz, bilimkurgunun gerçekle özdeşleştiği bir çağ.
  • Zaman gibi en değerli azığımız, gerekli ve vazgeçilmez olduğu iddia edilen zırvalıklarla harcanıp gidiyor. Sonunda elimizde ne var diye baktığımızda, belirsiz, hemen sönen ve hastalıklı bir keyiften başka bir şey göremiyoruz.
  • Günümüzün ciddi pazarlama politikası, bir şeyin büyük ihtiyaç olduğuna müşteriyi veya potansiyel müşteriyi inandırmaktır. Eğer yeterli sermaye ve felsefesi varsa da bunu çoğu zaman başarır. Böylece, ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz gereksiz şeylere hem para, hem de zaman harcarız. Adeta “Size bir at lazım.” diyerek, sizi buna ikna edip, size at satan bir adam gibidirler. Gideceğiniz yol yürüme mesafesi olmasına rağmen atla gitmenin olması gereken olduğuna inanmışsınızdır siz de. Bu atla birlikte kolaylaşması gereken hayatınız garip bir şekilde yoğunlaşmıştır. Ama siz sadece yürümemeye odaklandığınızdan bunun farkında değilsinizdir. Evet, at yürümemenizi sağlamıştır fakat satın alacağınız yemlerle beslemeniz gereken, düzenli olarak tımar etmek zorunda olduğunuz, barınacak yer temin etmeniz gereken masraflarla yüklü bir atınız vardır artık. Teknolojiyi üretenler gereksiz cihazları elimize vererek, her ay düzenli olarak ciddi bir parayı da cebimizden almayı ihmal etmezler.

Aklıma onlarcası daha geliyor ama hepsini sıralayarak sizi boğmak istemiyorum. Bir filmde, uzaya fırlattıkları bir uydu yardımıyla, insanların internet üzerindeki hareketleri takip ediliyor, çeşitli analizler yapılarak gelecekte ülke için tehdit oluşturabilecek kişiler yok ediliyordu. Gayet akla uygun ve gerçekleşebilir bir senaryo gibi geldi bana. Bu yüzden, hayata farklı açıdan bakarak, bazen “Dünya sahnesinde neredeyim?” ve “Nelerle sarılıyım?” diye sormalı insan. Bazen “Neler bana yük, neler bana basamak?” diye etrafına göz atmalı. Bazen fişleri çekip, o başakların tüylü başlarını okşayıp, doğan güneşi izlemenin derin huzurunu duyan atalarına özenmeli.

Fotoğraf: http://www.notdefteri.net

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...