Dünya kurulduğu günden bu yana insanlar tarafından sayısız beşeri sistem kuruldu. Bu sistemlerin tek ortak özelliği sadece sistemi kuranlara imtiyazlar sağlaması, bu sistemlere dâhil olanların sadece sistemi kuranlara hizmet etmesini sağlamak ve bu sistem üzerine kurdukları düzenlerinin devamlılığını sağlamaktı.
Örneğin, günümüzde insanların kurmuş olduğu sistemlerin en büyüğü ve en etkilisi olarak gösterilebilecek olan Birleşmiş Milletler ikinci dünya savaşının bitişiyle birlikte 1945 yılında savaştan galip olarak çıkan 5 ülke orijininde kurulmuştur. Sistemi kuran bu 5 ülke, dünya üzerinde o dönem kartları yeniden dağıtan oyun kuruculardır. Günümüzdeki yapısıyla inceleyecek olursak genel kurulda daimi üye sıfatıyla bulunan ABD, Çin, İngiltere, Fransa ve Rusya güvenlik konseyinde veto hakkına sahip olan ülkelerdir.
Yani dünya üzerinde nerede savaş çıkacağına nerede barış olacağına karar verme yetkisi bu ülkelerin uhdesindedir. Toplam 193 üyesi bulunan BM’nin geriye kalan üyelerinin statüsü daimi üyelerin değirmenlerine su taşımaktan ileri gitmemektedir.
Kurdukları sistem üzerine düzen oluşturan daimi üyeler bu düzenlerinin devamı için dünya hakkında karar verirler. Kendi varlıklarının devamı için gereken dinamikleri belirleyip, bu dinamikleri nereden nasıl sağlayacakların karar verdiklerinde geriye sadece paylaşımı yapılan bu bölgenin paylaşıma uygun hale getirilmesi kalmıştır.
Yanı başımızdaki Ortadoğu bu paylaşımın canlı bir kanıtıdır.
Orta doğuda son 30 yıldaki savaşlarda bölge insanından binlercesi öldü, milyonlarcası göç etmek zorunda kaldı.
Peki, kazanan kimlerdi?
Temel politikası sıcak denizlere inmek olan Rusya, başta Lazkiye olmak üzere Akdeniz’de paha biçilemez limanlara kavuştu.
Yurtlarından göç etmek zorunda kalan binlerce insan yeni bir hayat umuduyla kaçak yollardan Avrupa’ya girdi. Görünüşte buna rıza göstermeyen Avrupa ülkeleri el altından kaçak girişlere göz yumdular. Çünkü mülteciler şu an için Avrupa’daki iş gücünün gayri resmi rakamlarla %60 ını oluşturmaktadırlar.
Üstelik kaçak olarak giriş yaptıkları ve hiçbir hak talebinde bulunmadıkları için, standartların çok altında bir ücrete razı olan mülteciler yaşlı Avrupa nüfusuna bakıldığında, Avrupa ekonomisinin devamı için temel dinamik olarak görülmektedirler.
Kendini dünyanın çobanı olarak gören Amerika’nın Ortadoğu’daki yadsınamaz üstünlüğü perçinlendi.
Ve de en önemlisi bölgenin zengin petrol kaynaklarının son 30 yılda işletmelerini alan şirketlerin menşeilerinin: Çin, Fransa, Amerika, Rusya, İngiltere olmasıdır.
Büyükler dünyayı istediği gibi paylaşıp ihtiyacı olanı alırken bize ise Ortadoğu’da ki acılı insanların acısını paylaşmak, gücümüz yettiğince yardım etmek ve bu düzenden şikâyet etmek kalıyor.
Herkes mayasının gereğini yapıyor orası ayrı mesele.
Fakat ayrımını yapmamız gereken temel mesele şu ki: Haklı olmak ve güçlü olmak apayrı mevzular.
Haklısıysanız ama gücünüz yoksa ne hakkınızı ne de haklılığınızı savunmazsınız.
Haksızsanız ve güçlüyseniz önünüzde sizi durduracak bir haklının olmasına izin vermezsiniz.
Hak ve Gücü defalarca demir yumruğunda toplayan hanlar da hakanlarda sultanlarda bizdendi.
Mayamızın ve tarihi sorumluluğumuzun gereği olarak haklı ve güçlü olmaktan başka çaremiz yoktur.
Ve bu gücü elde etmenin temeli özünü bilen, sahip çıkan, geçmişini referans alarak geleceğini inşa eden bir nesildir.
Onların baktığında sadece petrol kuyularından ibaret gördükleri bölge bizim için İslam medeniyetin yeşerip geliştiği ve dindaşlarımızın bulunduğu ata yadigârı topraklardır.