George Orwell 1903-1950 yılları arasında yaşamış İngiliz bir yazar. “1984” adlı romanı ve bu romanda geçen “Big Brother” (Büyük Birader) ile tanınır daha çok. Orwell’in kısaca totaliter rejimlerin eleştirisi olarak nitelenebilecek bu kitabı, Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Amerika’da en çok satan kitaplar listesinde görünmeye başlamış.
George Orwell’in yine bu dönemde sık sık alıntılanan sözlerinden biri ise şöyle: “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder”. Orwell’in bu sözü Oxford Sözlüğü tarafından 2016 yılının sözcüğü ilan edilen “post-truth” kavramına da bir gönderme niteliğinde sanki.
Türkçe’ye “post-gerçeklik” olarak çevrilen sözcük Oxford Sözlüğü’nde şöyle tanımlanıyor: “Nesnel gerçekliklerin kamuoyunu şekillendirmede duygusal ve kişisel görüşlerden daha az etkili olması”. Sözcük ilk olarak 1992 yılında Amerikalı oyun yazarı Steve Tesich tarafından Körfez Savaşı’na atfen kullanılmış. Tıpkı Orwell’in 1984 adlı kitabı gibi post-gerçeklik kavramı da ABD’deki başkanlık seçimleriyle birlikte popüler hale gelmiş.*
“Postgerçek, yalanlar üzerine inşa edilebileceği gibi, ‘tatlandırılmış / hormonlanmış gerçek’ karşılığında da kullanılıyor. Irak savaşını yalanla kuran Bush ve Blair; medyalarıyla algıyı yönlendiren Berlusconi ‘post gerçek çağının’ öncüleri. Bugünün bir no’lu ‘post-gerçekçisi’ de Donald Trump… Economist … Trump’ı tam işte böyle tanımlıyor. ‘Gerçeğe yabancılaşmış liderler; mutlak gerçekten bağımsız kendi gerçeklerini yaratmak ve yarattıkları gerçekler üzerinden siyaset yapmakta mahirler’ …” (Nilgün Cerrahoğlu – Cumhuriyet – 15 Eylül 2016)
“Dolayısıyla bir kural dışılıkla başlayan, bir kural dışılığı başka kural dışılıklarla örtme ve kabul edilir kılma çabalarıyla devam eden, böylece her gün biraz daha ‘absdürd’leşen bir ‘post-gerçeklik’ dönemine girdik. Burada ‘olgular’, ‘mantık’, ‘tutarlılık’ önemli değil, daha çok ses çıkarmak önemli.” (Murat Belge – T24 – 13 Aralık 2016)
Post-gerçeklik “sözlük tanımının katılığının ötesinde…hakikatin artık geçerli olmaması anlamına geliyor. Yani post-gerçek siyaset dediğimizde, gerçeklerin öneminin olmadığı bir siyasal alandan bahsetmiş oluyoruz” (Orhan Şener / Teyit.org – 27 Kasım 2016)
Ne diyordu Oxford Sözlüğü tanımında: “Gerçekliklerin kamuoyunu şekillendirmede duygusal ve kişisel görüşlerden daha az etkili olması”. Başka bir deyişle, insanların bir konu hakkındaki karar veya tercihlerini belirleyen şeyin o konuya dair gerçeklerin değil, kişisel algı ve duyguları olması. O algı ve duyguları şekillendirense post-gerçeklik, yani asıl gerçeklikle ilgisi olmayan, kurgulanmış bir dünya.
Bütün bu tanım ve örnekler günlük yaşantımızda sık sık kullandığımız bir deyimi hatırlatıyor: “Basireti bağlanmak”. Hani bazen bir konuda almamız gereken doğru kararın veya yapmamız gereken doğru şeyin ne olduğunu mantıken biliriz ama yine de bir şekilde yapamayız ve bunu “basiretim bağlandı” diye açıklarız ya, işte o durum. Bu anlamda post-gerçeklik çağını insanların topluca basiretlerinin bağlandığı bir çağ olarak düşünebiliriz belki. Hatta daha uç bir benzetmeyle post-gerçeklik çağı bir tür şizofreni çağı olarak da görülebilir. Vikipedi şöyle tanımlıyor şizofreniyi: “Algılama ve düşünme yetilerinde meydana gelen bozukluklara bağlı olarak kişinin davranışlarında meydana gelen bozulmalar. Bu bozulmalar neticesinde kişi, gerçeklerden uzaklaşarak, kendisini rahatsız etmeye başlayan dış dünyadan bağımsız, yeni bir dünya kurar.”
Ne diyordu Orwell: “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder”.
Çünkü o toplum kendisi için özel olarak kurgulanmış başka bir gerçeklik içinde mutlu mesut yaşamaktadır artık ve o dünyanın gerçek olmadığının hatırlatılmasından hoşlanmaz.
(*) Sabitfikir Dergisi: Aralık 2016-Sayı 70