Gene İstanbul’un sisli ve yağmurlu bir otoban günüydü. İşten yorgun argın ve kimsesizler gibi gezen arabalar ve boğazın o ürkütücü sessizliği ve kavisli saçma yolu ile meşguldüm. Zamansız yakalanan bir çocuğun kopardığı çiçek gibiydi yaşantısı o otobüs şoförünün bıkkınlığı… Gidemeyen ve hiçlerin peşinden koşamayan bir küçük kadın gibi sırıtıyordu Niçe ve kimsesizdi ıslanan, kabaran, tiyatro sahnenin parkeleri… Ben o yolun sonunda bekleyen, otobüs durağın sonunda çatılardan atlayan kediler gibi ölmeyi bekliyordum. Belki 4 ayağımın üstüne düşemezdim ama kafamda gerçekten bir ölme planı yoktu. Gençliğim de böyle girişimlerim olmuştu. Birkaç kere çatıya çıkmış oradan aşağıya bakmışımdır. Birkaç kere bileklerime değdirmişimdir klişe olan jiletleri ama dikine değil, çaprazına… Birkaç kere kavga da ölmek istemişimdir. Ama birkaç kere… İşte bu ara kalbim ile aram iyi değil. Bazen çok kızıyor bana… Dışarıda iken yalnız çok yalnızsındır ve yalnızken çok ağır gelir bir şeyler taşımak, söylemek, konuşmak, yürümek, sürmek… Düşünmek hırpalayıcı olur, hiç düşünmeyen için… Yorgun düşer bedenin ve ben yorgunum. Kaşlarım çatık, karım fazla yaşlı, benim yaşantım fazla mütevazi. İşte otobüs durağındayım. Gelmek bilmeyen otobüs yolunda gözlerim. Sırtım, ayaklarım sinyal veriyor. Eve ne zaman gideceğimizi söylüyorlar. Geceleri uyuyamıyorum. Tıpkı bir sokak gibi… Otobüs geldi. Harika akbil sesi ve tek vücut olmuş insan bedenleri ile aynı kabindeyim.
Otobüste bir oğlan:
–buyur otur amca!
Diyince aklım başıma geldi.
–siz buyurun yavrum!
Dedim…
-kan ter içindesin amca gel otur!
Dedi…
Oğlanın yanında ki kadın:
-İyi misin amca? Yüzün bembeyaz olmuş!
Dedi…
Vallahi farkında değildim. Meğer spazm geçiriyormuşum. Hanımı da aldım. Doktora gittik. Şunu, şunu, şunu yapmayacaksın dedi. Tabi dedim. Bir daha yapmam. Eve gidince hanım: ulan ne şanslısın dedi. Sen doktorun yasakladığı hiç bir şeyi yapmıyorsun ki zaten. Düşündüm de; doğru. Değerli bir vazo gibi dikiliyorum bir masanın üzerinde. Kırılsam bir gün, herkes değerimi anlayacak. Ama kırılıncaya kadar bir değerim yok. Bir işlevim de yok. Artık ne çiçekler açıyor gönlümde ne bir halta yarıyorum. Hanım kendine yeni meraklar edin diyor. Bak diyor, emekli olan herkesin bir hobisi var. Ben de diyorum ki, yaşlı insanları soymak için hobileri buldular. Yoksa yaşlanınca insan ne alacak kendine. Bari kitap oku diyor. Hiç yorulamam dedim. Birisi okusun, ben dinlerim. Eskiden radyo tiyatrosu vardı. Biz onlarla büyüdük. Babam rahmetli… 10 yaşına kadar masal okudu bana. O masallar o kadar güzeldi ki. Bazı eserler öğretici idi. Sonra hiçbir masala inanmadım zaten. Şimdi TV a bakmayı da sevmiyorum. Hanım seyrederken kenardan kulak kabartıyorum.
Kalbim ile güreştiğim doğru. Bir gün beni nakavt edeceğini biliyorum. Zaten huysuz, mendebur adamın tekiyim. Ceketimi alıp gitsem biri arkamdan seslenir mi? Farkına varılır mıyım? Karım anlar herhalde gittiğimi… Bir gün ceketimi alıp üzerine giyen olur mu? Bunaldım ve tekrar bütün dikkatimi o masanın üzerindeki değerli vazoya verdim. Evet. Haklıydım. Tıpkı bu vazo gibiydim. Ne zaman kırılacaktım peki? Kalkıp o vazoyu duvara fırlatsam değerim şimdi anlaşılır mıydı?
Hepinize
saçma
bir iyi
yıl
dilerim.
Resim Kaynak:
http://www.ressamlar.gen.tr/wp-content/uploads/ogle-uykusu-rest-from-work.jpg