Kuşlar yasına, atlar eceline gider

Geleneksel bir toplumdan bahsedeceksek, bir erkeğin yaşam grafiği ile bir kadının yaşam grafiği oldukça farklıdır. Yaşamının içindeki iktidarın sahibi olan erkek, ergenlik çağlarından itibaren grafikte diklemesine, ani bir yükseliş gösterirken, güç ve otorite yitirdiği ilerleyen yaşlarda grafikte hızlıca aşağı doğru bir düşüş yaşar. Kadınlarda ise bu grafik daha stabil, daha düz ve belirli bir ortalama tutturarak ilerler.

Bu durum erkekler açısından bir yanıyla bir şans ama beraberinde büyük bir trajedidir. Çünkü yaşamlarında büyük yükseliş ve düşüşler yaşarlar ve bu fark yükseklerde oksijen çarpmasına, derinlerde basınç vurgununa benzer etkiler yapar.

Hasan Ali Toptaş’ın son romanı “Kuşlar Yasına Gider”, bir erkeğin bu trajedisini anlatan bir eser bir yanıyla. Bu trajedi, ömrünün son demlerini yaşayan Aziz beyin yazar olan oğlu gözüyle aktarılıyor bizlere. Zamanında alıp başına günlerce kaybolan, canını istediğini alıp canının istediğini satan Aziz Beyin, bir kaza sonrası bir ayağının kesilmesi sonrası, yeni bir protez bacak edinerek yaşam konforunu tekrar eski düzeyine getirme çabası ile başlayan hikaye, yaşlandıkça daha ağır hastalıkların etkisi ile vefat etmesine kadar ilerliyor.

Aziz Bey için her bir tedavi, eski iktidar günlerine dönemeyeceğini anladığı tedavinin ilk günlerinde bitiyor. Ne fizik tedaviye razı geliyor bir süre sonra, ne ameliyata. Beklediği mucize ya da sihrin gerçekleşmeyeceğini anladığı anda, yitirdiği sosyal iktidarın çarpıcı etkisi vücudunun biyolojik iktidarına yansıyor ve tüm bünye yavaş yavaş çöküşe geçiyor.

Bir zamanlar babasının otoritesi altında kalmış her erkek çocuk, babasının yaşlanma dönemi sürecinde bu akışı yaşar. O dağ gibi babanın giderek çocuklaşması ve gün gün erimesi iç yakıcı bir süreçtir. Bu süreci az ya da çok kendisinin de yaşayacağını bilen erkek çocuk açısından bu durum aynı zamanda bir gözdağıdır.

Yakın bir zamanda babasını kaybeden Hasan Ali Toptaş, bu süreci bir yanıyla deneyimi, diğer yanı ile kurgu gücü ile bizlere çok hüzünlü bir şekilde aktarıyor. Gidişatı hususunda büyük bir merak uyandırmayan hikaye, dili, masumiyeti, hüznü ve sadeliği ile bizleri içine çekiyor.

“Doğunun Kafka’sı” yakıştırması ile anılan Hasan Ali Toptaş’ın, bu yakıştırmayı aşan çok özel bir dili, anlatımı, hikâyesi ve büyüsü var açıkçası. Bu hikâye sıradan bir kalemde, önemsiz bir anlatı olabilecek iken, Hasan Ali Toptaş’ın elinde bir başyapıta dönüşmüş. Hasan Ali Toptaş neredeyse, hikâyede anlatıcının her aldığı her nefesi, içtiği her yudum suyu kaleme almış ama hepsi kurgusunun, hikâyenin, anlatının özellikli bir parçasına dönüşmüş. Anlatıcının eşiyle ve kardeşiyle sessiz anlaşması, kızı ile yaptığı ve gelişigüzel zannedilebilecek ama çocuğun hayal dünyasının derinliğini yansıtan sohbetleri oldukça ilgi çekici.

Hikâyede babanın fiziksel olarak çöküş döneminde olmasından mıdır bilmem ama, bana en güçlü ve belirleyici karakter anlatıcısının annesi gibi geldi. Hikâyenin tüm büyüsü de annenin etrafında dönüyor. Kurtlanmasın ve bereketi kaçmasın diye, salçayı, tarhanayı, erişteyi, pekmezi ayın hilal halindeki dönemlerde değil dolunay hali dönemlerinde yapan, uğursuzluk getirir diye evin etrafında öten duguk kuşunu kovduran, her bir gelişmeyi, rüyayı, sanrıyı hayra ya da hayırsızlığa yoğuran ve bir anlam üreten anne karakteri hikâyenin bütün dokusunu belirliyor.

Hasan Ali Toptaş tarafından romanın türkülerle beslenmesi ise apayrı bir keyif katmış hikâyeye. Kitabı okurken bazı türküleri de dinleme ihtiyacı hissettiğimi ve böylece daha fazla keyif aldığımı söyleyebilirim.

Hasan Ali Toptaş yazımı ile ilgili ekleyebileceğim ve bu romanında daha da güçlü hissettiğim şey ise şu oldu ki, Hasan Ali Toptaş hikayelerini büyük bir kelime zenginliği ile yazıyor. Bununla ilgili bir araştırma var mıdır bilmiyorum ama üniversitelerin Türk Edebiyatı bölümündeki araştırma görevlileri için bunun ciddi bir araştırma konusu yapılabileceğini düşünüyorum. Toptaş’ın bu romanda naklettiği, anlamsız yakıştırmalarla bilimle dedikoduyu karıştıran üniversite öğretim görevlilerinin bu boş uğraşlar yerine daha anlamlı çabalara girişmesini bekleriz. Toptaş’ın bu tip bir araştırmada Türk edebiyatının zirvesinde yer alabilecek bir kelime dağarcığına sahip olduğunu düşünüyorum.

Kitabın çerçevesine dair iki eleştirim olabilir. İlki kitabın ismine. Oldukça şiirsel bir isim olsa da, sanki “Ecel Atı” gibi bir isim, romanla daha bağlantılı olurmuş gibi geldi bana. Diğer bir eleştirim ise kitabın kapak fotoğrafına dair. Fotoğraf Bilge Nuri Ceylan’a ait bir kare. Ama nedense kitabın hüzünlü ve büyülü haline çok uyum sağlamamış gibi. Bunda sorun fotoğrafın kendisinden değil, kapağın görselinin bir fotoğraf olmasında, Bir çizim görselinin kitaba daha çok yakışacağını düşünüyorum.

Şu ana kadar, bu kitapla birlikte Hasan Ali Toptaş’ın iki kitabını okumuş oldum. Diğeri “Ölü Zaman Gezginleri” isimli hikâye kitabıydı. Zannedersem 2017 yılında daha fazla kitabını okuyarak, Hasan Ali Toptaş eserlerinin yarısından fazlasına temas etmiş olmayı hedefliyorum.

Sözün özü, “Kuşlar Yasına Gider”, okunmasını büyük bir şiddetle salık verdiğim bir roman.

 

Görsel 1; http://kitapeki.com/wp-content/uploads/2016/10/25ekim2016_serdalkeskin.jpg

Görsel 2; http://i.idefix.com/cache/600×600-0/originals/0000000714421-1.jpg

Görsel 3; http://t24.com.tr/files/20161008211456_hasan-ali-2.png

Son Yazılar

Şehir Plancısı, Gaziantep, evli, iki çocuk, demokrat, aykırı, söz, yazı, anlamak ve anlatmak...