İzlediğim bir programda psikopatlar hakkında konuşuluyordu. Herkes psikopat olabilir mi, birinin psikopat olduğunu nasıl anlarız gibisinden işten gelmiş eşofmanıyla koltukta yatan insanların ilgisini çekecek tarzda sorular soruluyordu. İş döndü dolaştı, bir çocukta ne gibi huylar varsa psikopat olabilir noktasına kadar geldi. Çocuklarına tapınmayı seven bir toplumda yaşadığımız için soru ilgi çekici idi tabii. Nefesler tutuldu ve programa davetli uzman özellikle iki özelliğe vurgu yaparken dikkatlice dinledi herkes. Yerli yersiz ateşle oynamayı seven çocuk ve hayvanlara empati duygusuyla yaklaşmayan, hatta işkence etmeye meyilli çocuk. Tabii bunlar istisnai durumlarda, kazayla vesaire gerçekleşen durumları içermiyor. Kasıtlı olarak ve özellikle sanki bir dürtünün emri altında zevk alarak yapılanlardan bahsediliyor.
Konuya çok alakasız bir yerden girdim ama ben ikinci maddeye odaklanmak istiyorum. Hayvanlarla ilgili olana. Bu öyle bir madde ki masum bir çocuğun dahi, azılı bir seri katil potansiyeli taşıdığını gösteriyor olabilir. Öyle bir durumu ifade ediyor ki bu insan karşısındaki bir insana da acımaz manasına geliyor olabilir. Öyle bir şeyi işaret ediyor ki bu kişi diğer bir kişiyi hiç anlayamaz mesajını veriyor olabilir.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık, iğrençliğin tanımlarına sığmamak için psikopat olmaya gerek yok. Öyle bir dünya ki çocuklar karaya vurduğu için, hayvanlar için ağlamak ikinci sınıf bir şeymiş gibi geliyor. Öyle bir dünya ki kadına şiddeti öyle bir kanıksamışız ki kediye tecavüz edilmesine gereğince şaşırıp, tepki gösteremiyoruz.
Oysa eminim ki herkes şu hususta hem fikirdir: Hayvanların bize verdiği yararı biz onlara zarar vererek ödüyoruz. Hayatında bir belgeseli 10 dk bile izlemiş bir insan bilir ki hiçbir hayvan diğerine öylesine saldırmaz. Yarını düşünüp biriktirmeye çalışmaz. Elinden geleni yapar, kurallara gerektiği gibi uyar, çoğunluğun ve özellikle doğanın iyiliği için çalışır. Amacı hemen her zaman soyunu devam ettirmektir ve bu yolda bir insanın fiziksel olarak kaldıramayacağı şartlara göğüs gerer.
Benim en sevdiğim hayvanlar, penguenlerdir. Evcil hayvanım yok, apartman dairesinde hapis şekilde, kafese, akvaryuma koyarak hayvan bakmaya da karşıyım. Hayvanat bahçelerine, yunuslarla yüzmeye karşıyım. Hayvanların insanların eğlence malzemesi olmasına da karşıyım. Ama bir hayvanı kısıtlamadan, doğasından ayırmadan, fıtratını bozmadan arkadaşlık kuracak olsaydım pengueni seçerdim herhalde. Kedi ve köpekleri de severim. En sevmediğim hayvan olan timsahın bile yavruları pek tatlıdır. Çocukken hamsterdan köpeğe, kuştan balığa, ördekten tavşana çeşit çeşit hayvana bakma şansım oldu. Nispeten özgür olan köpeğimiz ve ördeklerimiz dışındakilere hep bir miktar acırdım onları hapsettiğimi düşünerek.
Geçen gün ünlü İmparator’un Yolculuğu belgeselini tekrar izledim. Ve bazı unsurlar dikkatimi çekti, ben de hem ne kadar benziyorlar bize hem de ne kadar farklılar diye düşündüm penguenleri izlerken. Ve bizden ayrıldıkları noktalara ki bu noktalar özellikle örnek almamız gereken hususları içeriyor, değinmek istedim, şöyle bir beyin fırtınası estirerek.
Birincisi teslimiyet. İnançlı olun veya olmayın, genç veya yaşlı olun, çok farklı kültürlerden gelin, fark etmez, bir insanın mutlu olmasının en önemli yollarından biridir teslimiyet. Fakat teslimiyet deyince ne anlamalıyız, bunu açmak gerekiyor tabii. Düşmanla karşılaşınca ellerimizi kaldırıp bize ateş etmesini beklemek değildir mesela. Aslında gerçek manada sabrı içerir. Elinizden geleni yaparsınız. Ve beklersiniz. Elinizden geleni yapmaya devam ederken, beklemeye de devam edersiniz. Ve sonuç istediğiniz gibi olmazsa da yine elinizden geleni yaparak beklersiniz. Kısacası gemi batsa da çıksa da elimizden geleni yapıp beklemeyi anlıyorum ben bu kelimeden. İşte penguenler bunu yapıyor. Aslında bütün kâinat bunu yapıyor (insan dışında!). Çok çalışıyorlar, hep beraber çabalıyorlar, her aşamada titizlikle uğraşıyorlar soylarını ve hayatlarını devam ettirmek için. Ama herhangi bir noktada başarısız olduklarında durmuyorlar. Bu sefer başka bir yola giriyorlar ve tekrar bir şans edinecekleri bir zamanı, gelecek yılı bekliyorlar.
İkincisi, grup dayanışması. Ünlü bir sahnedir, yavrusu ölen dişi penguen başka bir yavruyu çalmaya çalışıyor. Diğer penguenler hemen üşüşüyor ve bu olayı durduruyor. Biz insanlarsa yavrularımız karalara vururken, haksızlıklara daha çok gömülürken, kötü iyiyi, doğru yanlışı ezerken izlemeye devam ediyoruz. Daha bir şey söylemeye gerek var mı?
Üçüncüsü ise keyfini çıkarmak. Kış aylarında korkunç fırtınaların altında aç bir şekilde hayat mücadelesi veren bu muhteşem hayvanlar, yaz aylarında keyiflerine bakıyorlar. Her şeyden bir çıkar elde etmeye çalışmıyorlar. Gelecek 10 senenin stokunu yapmaya kalkmıyorlar, mal mülk gibi dertlere dalmıyorlar. Kendilerini çirkin hissettikleri için güzellik sektörüne milyar dolarlar kazandırmıyorlar. Sosyal medyada imaj yaratmak gibi bir sorunları yok. Kısacası bizim gibi maddi dertlere dalıp kendilerini üzmüyorlar.
Daha neler neler geliyor düşününce insanın ama ifade etmek istediğimi ifade ettiğimi düşünüyorum. Bazen düşünmek lazım galiba, bu küçük komik kanatlı ve küçük komik ayaklı yusyuvarlak ve tostoparlak smokinli hayvanların bizden üstün olup olmadığını? Ya da bizim niye bu kadar alçak olduğumuzu? Böyle giderse daha ne kadar alçalacağımızı?