İnsan bir şeylerin peşinden gitmeli. Bunun adını kendisi koymalı. Ama bir yolu olmalı insanın. Bir güzergâhı… Uğruna hayaller kurduğu, rüyalarına yattığı, dertlerini unuttuğu ve en önemlisi sürekli ulaşmaya çalıştığı bir hayali olmalı. En umutsuz anda bile tutunduğu, gerçekleşmesi için santim santim de olsa ilerlediği bir hedefi olmalı.
Sırf yaşamak için yaşayan insanların anlamayacağı bir derinliktir bu. “Neden kendini yoruyorsun, neden bu kadar didiniyorsun, neden normal isteklerin yok, neden herkes gibi olmuyorsun?” derler. Boş işlerin peşinde koşan insan muamelesi yaparlar. En küçük girişimde bile heves kaçırmaya çalışırlar. Bunu biraz da kıskançlıkla yaparlar. Bir amaç için didinememenin ezikliğini yaşarlar içten içe. Bir şeyleri başaramayacak kumaşta olduklarını bildiklerinden güçlerine gider.
Hayatı tekdüzeliğe isyan edenler oluşturdu. Aletler, makineler sıradan düşünmeyenlerin eseri. Alışılmışın dışındakiler kitleleri arkasından sürükledi. Arkasına bakmayanlar, yılmayanlar, düş kuranlar, ideali olanlar, imkânsızı isteyenler oluşturdu medeniyetleri. Şimdi yine bir imkânsızı gerçekleştirmek isteyen “çılgın insanlar”la karşı karşıyayız.
Hani klişe bir söz vardır ya, “Biz birbirimizi yerken, elin oğlu Ay’a çıkıyor” diye. Gerçekten de öyle. Dört bir tarafımız kan, gözyaşı ve ölümle sarılmışken “elin oğlu” Mars’ta koloni kurma projesi yapıyor. “Akıl yok bunlarda. Su yok, hava yok ne işleri var oralarda?” diyenlerin sesinin daha az çıktığı ülkeler dünyanın, insanlık tarihi açısından çok da uzun olmayan bir zamanda tükeneceğini biliyor ve neslini kurtarma planları yapıyor.
“Mars One” ismindeki proje insanlık tarihinin en büyük projesi. Belirli hazırlıklar sonunda sadece on beş-yirmi yıl sonra oraya kalıcı olarak bir grup insan yerleştirilecek. Bu insanlar sonradan gelecek insanlar için yaşam ortamı hazırlayacak. Sonrası bildiğimiz Dünya tarihi’ndeki Keşifler Dönemi. Yağma, zenginleşme ve köleleştirme. Köleler uzaylılar olmayacak maalesef. Çünkü mevcut resmi kayıtlara göre Mars’ta canlı bir şey yok. Köleler bizler olacağız. Yani gelişememe gibi sorunu olan ülkeler. Çünkü biz ancak dünya tükendiğinde terk edebiliriz buraları. Yani en son terk edenlerden oluruz bu gemiyi. Sonrasında ise ancak gelişmiş ülkelerin araçlarıyla yolcu olarak gideriz oraya.
Oraya vardığımızda, her yerin veya en iyi yerlerin parsellenmiş olduğunu, kaynakların başının tutulduğunu, gerekli askeri gücün oluşturulduğunu görürüz. Ancak kenarlara veya kurak yerlere gecekondular şeklinde yerleşmemize izin verirler ki bunu da merhametten değil, insan gücü ihtiyacı için yaparlar. Yani Mars’taki geleceğimiz Almanya’daki işçilerden öte değil. Tabi bu iyimser bir tahmin. Malum “Almancı” olmak için çırpınanlar var ülkemizde.
Mars One Projesi’ne seçim yapılırken, başvuran Türklerin tamamını elemişler. Bu tesadüf müdür bilinmez ama ben tezimi destekleyen bir veri olarak hemen haneme ekliyorum. Hedefi olmak hayali olmaktır. Hayali olan imkânsızı düşünür. İmkânsızı istemek insana kapasitesinin sınırlarını aştırır. Sınırları aşan ise geleceği inşa eder. Bu arada Mars’a hiç dönmemecesine gitmek nasıl bir şeydir? Yüz binlerce insan ilk gidecek grupta yer almak için yüz binlerce dolar vererek başvuruda bulunmuş. Her şeyi geride bırakmak ve hiçbir insanın deneyimlemediği bir bâkir gezegene, en ölümcül şartlarına rağmen Mars’a gitmek. Bu kadar bıktık mı yaşlı dünyamızdan?
Fotoğraf: http://static1.businessinsider.com