Rüzgâr, atmosferdeki havanın dünya yüzeyine yakın, doğal, çoğunlukla yatay hareketleridir. Bazen sıcak bir esinti, bazen ise soğuk bir esintidir. Böyle tanımlanıyor rüzgâr. Şimdi ise farklı bir rüzgârdan söz edeceğim size.
Sesine kulak verdim geçenlerde. Uğultuyla karışık bir şeyler fısıldıyordu. Memleketinden alıp, önüne kattığı, gurbete sürüklediği hayatları anlatıyordu. Bu esen, gurbet rüzgârıydı. Bir umut uğruna yurtlarından gurbete savrulan insanları fısıldıyordu. Nice hayatlar katmış önüne, bir oraya, bir buraya savurup durmuş yıllarca. Kimi düşmüş yollara, adı umut rüzgârı olmuş. Kimi sevdiceğinin rüzgârına kapılmış, gelmiş buralara. Kimilerinin ise rüzgâr, çareleri olmuş. Katmış önlerine çaresizleri, savurmuş ta uzaklara. Sırf bu yüzdendir belki de bazen bu kadar hoyrat esmesinin sebebi.
Çok sıkıntılar çekmiş ilk gelenler. Gençliklerini, en güzel yıllarını fabrika köşelerinde harcamış, çabucak büyümüşler. Çoğunun çok sert görünmesinin altındaki sebeplerden biri de budur. Ben demiyorum, rüzgâr anlatıyor. Çoğu çocuk anne ilgisinden mahrum büyümüş. Babanın çalıştığı yetmemiş, anneyi de savurmuştu bu esen gurbet rüzgârı. O zamanın çocukları ilgisiz ve yokluk içinde büyüdüğü için, bugün kendi çocuklarının önüne deyim yerinde ise, dünyayı seriyorlar. “Biz görmedik, onlar görsün” diyorlar. Ah bu gurbet rüzgârına katılıp ilk gelenler…
Kimi çok pişman “Çok çileler çektik, bugüne gelene kadar” diyor. Oysa memleketinde yiyeceği bir dilim ekmek, şimdi akılları olsa gelmezlermiş. Seneler geçti, belki hepsi geçmişte kaldı. Ama ilk gelenlerin yüreğinden silinmedi hatıraları. Hani “acı vatan” diyorlar ya buraya, Almanya’ya bu adı ilk gelenler vermiş. Düşünün bir kere insanın vatanı acı olur mu hiç? Oysa neydi vatan? Yaşadığın yer, seni bağrına basan topraklardı. O yüzden burayı vatan olarak benimsediler ama acı verdiği gerçeğini unutmayarak. Ne tarafa estiyse de rüzgâr, dindiremedi buradakilerin hasretini…
Yaprak ağaçtan düşünce rüzgârın oyuncağı olurmuş, işte yurdundan uzaklaşanlar da rüzgârın oyuncağı olmuş. Yıllardır savurup duruyor, bir memlekete, bir gurbete. Gelirken adı, umut, aşk ve çare oluyor rüzgârın. Memleketine götürürken ise adı, ölüm rüzgârı oluyor. Bu son yolculukları işte. Ölüm rüzgârı önüne kattıklarını götürüp yerleştiriyor, çekip kopardığı toprağına. Ve diniyor artık onun için esen yel, ne poyrazı kalıyor, ne de hoyratlığı…
Birer birer bir nesil böyle gitti işte arkalarına bakmadan. Kimisi iyi bir gelecek hazırladı evlatlarına, kimi sıkıntısını da bırakıp gitti. Mahkûm etti gurbet rüzgârı, buradakileri anne ve babasızlığa. Bakıyorum da yine kuzeyden esiyor. “Bu kış çok çetin geçecek” diyor. Söylesene rüzgâr, daha kaç kişinin hayatını savuracaksın? Kaç kişi daha katılacak ölüm rüzgârına?
Bugün bunları ölüm rüzgârının önüne katılıp gidenlerin anısına yazmak istedim. Belki onların rüzgârları dindi ama esintileri kaldı havada. Her birinin film gibi hayatlarını yazmaya çalışsam, sayfalar yetersiz kalır. Siz en iyisi esen rüzgâra sorun onları! Rüzgâr anlatsın size, dün var olan, bugün göçüp giden hayatları. Önce babaları anlatsın, ilk sıkıntıları çeken, anneden önce ölüm rüzgârına kapılan babaları…
Ya sizi hangi rüzgâr attı oralara? Adı ne ola ki rüzgârınızın? Dinlediniz mi ondan, olup bitenleri? Bugün karşı koyabilir misiniz ona? Anlat şimdi deli rüzgâr! Savrulan hayatları. Bir gurbet, bir hasret rüzgârı olup yok ettiğin canları.
Anlat ki, eserken sesine kulak versinler. Rüzgâra karşı durulur mu? Görsünler. Sen es, es ki unutulmasın yaşananlar, göçüp gidenler. Lodoslama essen de, karayel olsan da gidenler gitti bile. İstediğin yerden esebilirsin artık. Yel kayadan ne alabilir?
Rüzgâr, artık bak ben de senin estiğin yerdeyim. Yeline kapılmamak için, söyle yoksa senin gibi ben de mi esmeliyim?
Fotoğraf kaynak: http://www.br.de/themen/wissen/meteorologie-wetter-wind100.html