”Her şeyin bir aslı vardır” bu cümle düşünce tarihinin abartısız en önemli önermesidir. Biz bugün felsefe yapabiliyorsak bunu bu cümleye borçluyuz. Thales bu cümleyi sarf ettiğinde yalnızca beş duyuyla algılanan bir dünya vardı.
Ne zaman ki ”Bu kesret, bu çokluk aleminin arkasında bunu belirleyen bir birlik, bir vahdet vardır ve her şey o asıla dönecektir” diye bir asıldan söz etti, işte o zaman duyularla algılanan alemin dışında akılla algılanması gereken bir alemin varlığının olduğunu anladık. Duyularla gerçeklik ayrımına ilk defa bir vurgu yapılıyordu.
Varlıkla akıl üzerinden kurulan ilişkinin adına felsefe denmesi, doğrulanabilen ve yanlışlanan önermelerin akıl üzerinden kurulmasıyla mümkün hale gelmesiyle oldu. Bu da; epistemolojik , ontolojik ve etik sorunlarımıza akıl üzerinden cevaplar verebilmemizi mümkün hale getirdi.
Görünüşle gerçekliği ayıramayan hiç bir kültür medenileşememiş. Bunu tarihte ancak iki kültür başarabilmiştir; İslam Kültürü ve Kadim Yunan Kültürü. Hintlilerin, Çinlilerin her gördüğüne tapınması bu ayrımı yapamamasından meydana gelmektedir. Tanrı kavramı soyut olmayan hiçbir kültür kendine mahsus felsefe üretemez.
Peygamberleri ayrı kategoride değerlendirmek lazım. İnsanın beşeri potansiyeliyle yapabileceği şeyler için Allah müdahalede bulunmaz. Onun için İslamda imanın ilkeleri dışında her şeyin değişebilmesi mümkündür. Sabit din, dinamik şeriatla kastedilen şey, zamanın ruhuna göre hakikat algısının değişebileceğine olan inanıştır.
Hakikatın felsefesi yapılmasaydı beynelmilel olamazdı. Kendisiyle akıl üzerinden ilişki kurulmazsa, tümel ve objektif hale asla gelemezdi. ”Her şeyin bir aslı vardır ve her şey ona dönecektir” önermesi yeni bir imkanı ortaya koyarak insanlığın ufkunu açmıştır. Bir imkanı ortaya koymak, bir imkanı kullanmaktan çok daha önemli bir şeydir. Thales’in bu öngörüsü yeni bir dünya algısına yol açması bakımından çok önemlidir. Bugün felsefe diye bir disiplinden bahsedebiliyorsak bunu Thales’e borçluyuz.
Varlık skalasında dört çeşit varlıktan söz edilir: İnsan, hayvan, bitki ve cemadat (katı cisimler, cansızlar)
İnsan diğer varlıkların bütün özelliklerine sahiptir. Yani bir arada bulunma, büyüme, üreme, beslenme, hareket etmesi, irade vs.
Fakat bu özelliklerin hiçbiri insanın hakikati değildir. İnsanın hakikati ”düşünmesidir”. Düşünmek ancak varlıkla akıl üzerinden ilişki kurarak meydana gelir. Saatin hakikati, saatin altın olması, parlak olması, büyük ya da küçük olmasında değil, yalnızca, nasıl ki zamanı doğru göstermesinde ise, insanı insan yapan şeyda onun düşünme yetisini kazanmasındadır.
Sadi Şirazi’nin dediği gibi;
”insan bir damla kan
binlerce endişe”
Ya da Aşık Sümmeni’nin dediği gibi;
”İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazmışlar”
Felsefe mi?
Felsefe 100 yıldır bu topraklara hiç uğramadı ki! Bazen gelmeyi düşündü, fakat Hikmet Ehli’nin çektiklerini duyunca son anda gelmekten vazgeçti. Tarih bu güne değin kadim olanı keşfetmek için çaba sarf etmeyen hiç bir toplumun yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmedi.
Eşyanın hakikatleri sabittir. Hak taaddüd etmez.
Kaynakca;
Dücane Cündioğlu
http://dcsggazeteyazilari.blogspot.com.tr/2015/12/ben-hakikatim.html
http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/
Abuzer Dışkaya
https://www.youtube.com/watch?v=IcHRevvFvtY
İbrahim Halil Üçer
https://www.youtube.com/watch?v=sy8cmqR7bFg