Duvar

Çocukken inşaat halinde terk edilmiş, sadece duvarları olan bir yapı vardı. Henüz altı-yedi yaşlarındaydım. O yapının en az bir buçuk metre yükseklikteki ince duvarları üzerinde arkadaşlarımla yürür, cesaretimizi sınardık. En çok da ben, kendimi gösterme çabasındaydım. Duvarın üzerinden en hızlı ben geçmeye çalışırdım. Duvarların köşelerindeki manevralarım arkadaşlarımın yüreğini ağzına getirirdi. Bir gün yine duvarın üzerinde aynı pozları verirken ayağım birbirine dolaştı ve aşağı düştüm. Üzerinde özgürce dolaştığım, adeta kuşlar gibi uçtuğum duvarlar şimdi ağrıyan dizime aldırmadan üzerime abanmış, hapishane duvarlarına dönüşmüştü. Kendimi kapana kısılmış yaralı bir hayvan gibi hissettim. Duvarların aslında ne kadar uzun olduğunu o zaman anlamıştım. Soluğum kesiliyor yukarıdan bağıran arkadaşlarımın sesini zor duyuyordum. Sonunda bana uzanan bir kemerle kendime geldim. Arkadaşlarımdan birisinin belinden çıkardığı bir kemerle beni yukarıya çektiler. Duvarın üzerine oturduğumda adeta sudan çıkmış gibi derin derin soludum.

Duvarların benim için etkili bir ironi nesnesi olması o zamanlardan kalmadır. Bu yüzden duvarlar benim için hep olumsuz duygular çağrıştırır. Yani toplumsal bir etkileniş değildir benimkisi, yaşanmış bir öğretidir. Bu günlerde ise duvarları insanlar arasında görüyorum. Herkesin özenerek tuğlaları harçla sıvayarak duvarını ördüğüne şahit oluyorum. Kiminin duvarı çok kalın tuğlalardan, kimininki çok ince. Ama herkesin bir duvarı var. İşin garibi herkesin duvarı bir başkasının tuğlalarından oluşuyor.

Yan yana oturuyorsun, gülüyorsun, bakıyorsun, aynı dolmuşa biniyorsun, bazen aynı evde oturuyorsun ama her şey bu saydam duvarların arkasında oluyor. Sesini duyuyor yanındaki ama boğuk ve yabancı, dokunuyor sana ama soğuk ve sahte, paylaşıyor ama hesaplı, riyakâr. Gözlerin kesişmesi iki insanın en yakınlaştığı andır. Gözler bile sisli, puslu ve anlamsız. Herkes arka bahçesini koruma telaşında. Herkes bataklığını gizleme telaşında.

Her bir birey duvarlarıyla bir tuğlaya dönüşüyor. Sonra o tuğlalar bir araya gelerek duvarlara. Dünya koca bir hapishane halini alıyor. İnsanlar adeta hücrelerinden çıkmaları yasak olan mahkûmlar gibi. Tabi bu yasağı delmeye çalışanlar da yok değil. Bazen duvarlarını yıkmaya çalışanlar ve bu duvarların onları nasıl ilkelleştirdiğini fark edenler oluyor. Ama bu girişimlerinin bedelini fena halde ödüyorlar. Adeta kabuğu soyulmuş bir yara gibi kanadıkça kanıyorlar. Onu duvarsız görenler adeta bir virüs gibi saldırıyorlar. Ona duvarları yıkmanın hesabını sistem değil, yine sistemin köleleri soruyor. Bunlara rağmen duvarlar her zaman kötü değildir. Bizi incinmekten korurlar. Ama bu cansız bir bedenin aldığı darbeleri hissetmemesi gibi bir şeydir. Her bir tuğla bir değerimizin yerine yerleşir. Kalabalıkların içinde yalnızlıktan yılmış insanlara dönüşürüz sonra.

Duvarlar hep bana olumsuz şeyler hissettirir.

Duvarları sevemedim bir türlü.

Duvarların en güzeli, en erken yıkılanıdır.

 

Fotoğraf: https://goo.gl/images/HYKY0p

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...