İnanç özgürlüğü mü misyonerlik mi?

İzmir Diriliş Kilisesi Pastörü ve eşi milli güvenlik açısından tehlike arz ettikleri gerekçesiyle sınır dışı edilmiş.

*

Elhamdülillah yüzde 95 üstü bir oranla Müslüman bir ülkeyiz. Dünyanın dört bir yanında camilerimiz ve bu camilerde çalışan imamlarımız var.

Peki bu ülkelerde yaşayan Müslüman din adamları hiç mi İslam’dan bahsetmiyor?

Bir Müslüman’ın dinini diğer insanlara anlatmaya çalışması meşru iken bunu bir gayrimüslimin yapması nasıl oluyor da misyonerlik oluyor?

*

Siz hiç Osmanlı’da bir gayrimüslimin dininden bahsediyor diye sınır dışı edildiğini duydunuz mu?

Hadi onu geçtim…

Türkiye gibi bir ülkede misyonerlik yapan bir Hristiyan’ın amacına ulaşması ihtimal dahilinde değilken, 20 yıldır bu ülkede yaşayan iki insanı sınır dışı ederek olayı uluslararası boyutlara taşımaya gerek var mıdır? Hem de böyle bir dönemde?

Basit gibi görünen bu olay, siyasi açıdan Türkiye’nin kendisine taktığı bir çelme değil midir?

*

Kaldı ki köşesinde bu konuya değinen hukukçu yazar Mehmet Yılmaz şöyle diyor,

“Her inanç sahibinin hatta her inançsız bireyin de kendi bildiğini yaymak için çalışmak, propaganda yapmak hakkı vardır.”

ve ekliyor,

“İnançları yaymak için meşru kanalları kullanmak da suç değildir.”

Okurken tebessüm ettiğim iki Zaytung haberi

– Piyasada yaşanan birçok olayda ”Kriz yok abi ya hükümeti yıpratmak için hep bunlar.” diyen adam sürüldü.

– Başkanlık sistemi referandumunda ‘OHAL mi, Başkanlık Sistemi mi?’ seçeneklerinin olacağı öğrenildi.

Ah bu liseliler

Zar zor son saatte yetiştiğim ALES başvurusunu yapmış Kadıköy’e dönüyordum…

Mesai saatinin henüz bitmiş olmasından olacak ki bir an önce evine gitme arzusu yüzlerinden okunan; yorgun, mutsuz insanlarla doluydu otobüs. Korna sesleri ve aracın motor sesi halihazırda rahatsız ediciyken, buna bir de otobüse binen 3 liseli genç eklendi. Kendilerine göre hayati olduğunu düşündükleri konuyu, otobüsteki diğer tüm yolcuların da hak vereceğini varsayarak yüksek sesle ve uygunsuz bir üslupla konuşmaya başladılar.

Birkaç dakikadan sonra dayanamayıp, “Beyler biraz daha üsturuplu konuşur musunuz?” dedim. Aniden gelen uyarı cümlesini hemen kavrayamamış olacaklar ki 2 saniye kadar duraksayıp, “Ne var konuşmamızda, konuşuyoruz işte” dedi, grubun baskın karakterli üyesi olduğunu tahmin ettiğim hafif iri yapılı diğer liseli…

*

Bir insanoğlunun sadece ergenlik döneminde sahip olduğu ve en ufak bir uyarıyı bile yaradılışına hakaret olarak kabul ettiği savunma kalkanını çoktan bana doğru kaldırmış bulunuyordu.

*

“Bakın otobüste hanımlar var, hem yüksek sesle hem de küfürlü konuşmanız biraz ayıp oluyor.” diyerek aslında düşman olmadığımı yüzümdeki küçük bir tebessümle de göstermeye çalıştım.

Diğer ikisi için kendilerinden yaşça büyük, saçlı sakallı genç bir adamın uyarısı yeterli olurken, iri yapılı olan suratındaki isyankar ifadeyle tartışmayı sürdürmekte ısrarcı gözüküyordu. Tam cevap verecekti ki “Doğru söylüyor, az sessiz olun bakayım ananız babanız hiç mi terbiye vermedi size!” diyen teyzenin ikna edici ve karşıdan gelecek bir cevaba açık olmayan gür sesi beni seviyesiz bir tartışmadan kurtardı.

Olayın tam bu noktasında beni yaralayan asıl şey, hem lise hem de üniversitede yaklaşık on yıllık eğitimle edindiğim pedagojik bilgilerin teyzenin tek cümlesi etmeyişiydi. Ben uyardığımda kimse destekçi olmamışken, teyzenin tek bir cümlesiyle otobüste adeta Yenikapı ruhu canlandı.

Bu yine de iyi değildi. Otobüstekilerin hedefi haline gelen isyankar liseli kaşları çatık bir halde dudaklarıyla sessizce bir şeyler mırıldanıyor, ani manevralarla ilerleyen otobüste tutunmak yerine eylemsizliğe direnerek iki eliyle yumruklarını sıkmayı tercih ediyordu. Belli ki o halini görenlerin kendisini, olağanüstü gücünü saklayan ve o gücü sadece karşılaştığı haksız durumlar karşısında açığa çıkaran Marvel kahramanları gibi sanmasını istiyordu.

Ben sizin gibi kaç tane büyüttüm edasıyla olaya dahil olan teyze ergenleri avucunun içi gibi tanıyor, cümlelerini benim gibi ölçüp tartmadan ardı arkasına sıralıyordu. Toplum baskısına daha fazla tahammül edemeyen liselilerin bir sonraki durakta otobüsü terk etmesi ne yazık ki teyze için yeterli olmamıştı.

*

Teyze olay kapanmış olmasına rağmen konuşmasına son hızla devam ediyor, konudan konuya atlıyordu. Hatta, gençlerin saygısız tavırlarıyla ülkede olup biten olayları ve devlet politikalarını birbirine bağlayarak emsali görülmemiş bir olay örgüsünden bahsediyordu. Ben de dahil herkesin kafası karışmıştı. Değindiği konular arasında mantıklı bir bağ kurmaya çalıştıkça başarısız oluyordum. Daha 2 dakika önce sergilediği duyarlı tavır ile yükselişe geçen teyze, bitmek tükenmek bilmeyen konuşmasıyla hızlı bir sempati kaybı yaşıyordu.

Neyse ki birkaç dakika içinde rıhtıma ulaşan otobüsün kapıları açılmış, bir an sonu gelmeyeceğini düşündüğüm yolculuk tamamlanmıştı.

*

Başımdan geçen bu anıyı paylaşma sebebim; artık toplu taşıma kullanırken yaşadığım basit bir olayın bile beni tedirgin etmeye başlaması. Yaşanan onlarca patlamaya, terör olaylarına, sınırdaki savaşa tanıklık eden insanların ne durumda ne tepki vereceğini kestirmek gerçekten zor.

Aracı kullanan şoföre şemsiyeyle saldırandan, kısa etek giydiği için genç kıza uçan tekme atana kadar her çeşit insan azmanının bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. O yüzden benim tavsiyem, en ufak olayda içinizi kaplayan güvensizlik hissine şimdiden alışsanız iyi edersiniz…

Son Yazılar

Kaan Kara Yazar:

Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde dünyaya geldim. Lise öğrenim hayatımı baba toprağım olan Mersin'de tamamladıktan sonra Marmara İngilizce Öğretmenliği Bölümü'nü bitirdim. Profesyonel dağcılık hayatıma da üniversite yıllarımda başladım. Birkaç sene boyunca zirve dağcılığı ve kaya tırmanışı sporuna kendimi adadım. Sonradan bu ilgimi uluslararası bir sertifikayla belgeleyerek Bakü Olimpiyat Stadı, Beşiktaş Vodafone Arena Stadı ve 3. Köprü gibi ses getirmiş olan projelerde İple Erişim Uzmanı olarak görev aldım. Aynı zamanda Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu'nda okutman olarak çalışmaktayım.