Anakronizm herkesin olmasa da tarihle ilgilenenlerin aşina olduğu bir kavram. Eski Yunanca’dan geliyor. “Ana/geri” ve “kronos/zaman” sözcüklerinden türetilmiş; “yanlış zaman” şeklinde çevrildiği de oluyor.
Herkül Millas 2012 de yayınlanan bir yazısında anakronizmi şöyle tanımlıyor: “Eskiden yaşananları yorumlarken, gelişmeleri bugünkü kavramlar ve değerlerle ele almak…Yani bir zamanlar söz konusu olamayacak durumları hayal etmek, ille de öyle imiş gibi davranmak, bundan dolayı hayıflanmak, kızmak veya sevinmek..”. Başka bir deyişle anakronizm, tarihsel olayları meydana geldikleri dönemin koşullarını dikkate alarak neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmemek, tarihe bugünün gözlüğüyle bakmak demek.
Anakronizme düşmek, yani tarihsel olayları kendi bağlamlarından kopuk, dolasıyla yanlış yorumlamak tarih çalışmaları yapan akademisyenlerin en çok çekindikleri hata olsa gerek. Ne var ki, kendilerini akademik kaynak veya bilimsel yaklaşım gibi sınırlandırmalara tabi görmeyen politikacılar için durum pek öyle değil. Özellikle geçmişle övünmeyi seven, bazı tarihsel olayları bugün yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak gören kimi politikacılar için tarihi bugünün gözlükleriyle değerlendirmek de mümkün pekala.
Bunun bir örneğine yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir konuşmasında tanık olduk. Erdoğan, söz konusu konuşmasında aslında yeni bir tartışma olmayan bir konuya değinerek “Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya kalkıyorlar” dedi. Malum Cumhurbaşkanımız tarihsel olay ve kişilikler ile bugün yaşananlar arasında irtibat kurarak kendi bakış açısıyla ilginç birtakım değerlendirmelerde bulunuyor zaman zaman. Lozan konusu da buna bir örnek.
İlgilenenler bilir, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen kurulmasına ve uluslararası alanda tanınmasına vesile olan Lozan Anlaşması (1923), geçmişten bu yana bitmeyen tartışmalara konu olmuştur. Kimilerine göre bir zafer, kimilerine göre ise hezimettir. Lozan’ı hezimet olarak görenler, savaş öncesinde Osmanlı toprağı olan Musul ve Kerkük gibi yerlerin kaybını gerekçe gösterirler. Tarihçi Murat Bardakçı’nın 2011’de Habertürk’te yayınlanan konuyla ilgili bir değerlendirmesi şöyle: “Lozan’da mümkün olan her şey yapılmıştı, savaştan galip ama son derece yorgun çıkmış olan Türkiye, alabileceği her şeyi almıştı! Musul petrolleri konusunda Türk delegasyonun zaten başka bir şey yapamazdı, zira Ortadoğu’nun petrol alanlarına hakim olma arzusu dünya savaşının başta gelen sebeplerindendi ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan da Batı’nın bu hırsı idi. ”
Taha Akyol’un 1996’da Milliyet’te yayınlanan değerlendirmesi de aynı yönde: “Lozan’a hezimet diyenlerden ideologlardan Lozan zabıtlarını okumuş birine rastlamadım. Lozan’da nasıl çetin mücadele verildiğini bilmezler. Hatta çok kimse Ege adalarının Lozan’da Yunanistan’a geçtiğini zanneder. Hayır, Ege Adaları, Balkan harbindeki hezimetimizden sonra Londra Konferansı’nda İtalya’ya verilmiştir: 30 Mayıs 1913. Yunanistan’ın Selanik’ten Batı Trakya’ya kadar Osmanlı topraklarını alması da Balkan Savaşı’nda oldu.”
Lozan’ı hezimet olarak görenlerin, ki bunların çoğu Atatürk’e ve Cumhuriyet’e de kategorik olarak karşı olan kişilerdir, ellerinden düşürmedikleri ve bu iddialarına kaynak olarak gösterdikleri tek belge Dr. Rıza Nur’un anılarıdır. Murat Bardakçı, aynı yazısında kendine has iğneli uslubuyla bu konuya da şöyle değiniyor: “ Lozan’ın yenilgi olduğu iddiası, çalakalem hazırlanmış ve kitap bile denemeyecek bir varakpâreye dayanır. 1960’ların sonundan itibaren bugünlere uzanan bu sayıklamaya göre, Lozan’daki Türk delegasyonu ve tabii en başta İsmet Paşa hakkımızı koruyamamış, hem 12 Ada’yı, hem Musul’u, hem de daha pekçok yeri İngilizler’e peşkeş çekmiştir…Zırvalara inananlara göre, Lozan’da daha büyük kayıplara uğramamızı engelleyen kişi, mükemmel bir tarihçi ve iyi bir Türkolog ama çok kötü politikacı olan ikinci delege Dr. Rıza Nur’dur. Rıza Nur’un hatıralarında sık sık rastlanan mesnedsiz iddialar arasında “Fransız delegeye haykırdım, Venizelos’a bir kafa attım, Lord Curzon’un suratını dağıttım, İtalyan o sırada zaten altına yapmakla meşguldü, İsmet ise çoktan kaçmıştı” gibisinden hayâlî ifadelere bol bol rastlanır ve okuyanlar bu ifadeleri gerçek zannederler. Ama, Lozan görüşmeleri sırasında resmî veya gayrıresmî her çeşit temasın ve neredeyse delegelerin otelin kapısında karşılaştıkları zaman birbirlerine “Merhaba” demelerinin bile kaydedildiği pek bilinmediği için bu iddiaları zabıtlar ile karşılaştırmak gerektiğini kimse düşünmez. Üstelik, zabıtlara müracaat edildiği takdirde bu gibi iddiaların tamamının hayâlî ve hasta kafaların eseri olduğu daha ilk bakışta anlaşılacaktır.”
Böyle durumlarda hemen akla “bilgi yok fikir çok” sözü geliyor. Oysa artık internet çağındayız; bırakın yayınlanmış tarihi belgeleri, istihbarat servislerinin gizli dosyaları bile ortalarda dolaşıyor. Bir konu hakkında kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle fikir beyan etmeden önce akıllı telefonunuzdan iki tıklayıp araştırsanız güvenilir bilgi ve belgelere ulaşmanız mümkün. Lozan Anlaşması da bunlardan biri. İngiltere’nin uluslararası anlaşmaları yayınladığı devlet arşivlerinin sitesinde anlaşmanın orjinal metni var örneğin. Belgenin başlığı da “Türkiye ile Barış” (http://treaties.fco.gov.uk/docs/pdf/1923/ts0016-1.pdf). Dileyen Türk Tarih Kurumu internet sitesinden Lozan Anlasması’nın TBMM’de kabülüne ilişkin Türkçe dokümanı de inceleyebilir, ki anlaşmanın tüm ayrıntıları o belgede biraz eski dilde de olsa Türkçe olarak mevcut; (http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=249). Sözün özü, derdiniz yeter ki doğru bilgiye ulaşmak, araştırmak, öğrenmek olsun; bir şekilde kolayı var. Yeter ki kendinizi anakronizm belagatına kaptırmayın.
Görsel: Lozan Anlaşması orjinal belgesinin kapak sayfası / İngiltere Uluslararası Anlaşmalar Arşivi’nden: http://treaties.fco.gov.uk/docs/pdf/1923/ts0016-1.pdf