Yıllar neleri götürür bizden? Yaşadıkça anlıyoruz bunu. İçinde bulunduğumuz ortam, sahip olduğumuz imkânlar, mevcut şartlar bir kasırga etkisiyle bizi önüne katıp sürüklerken, geriye bakmaya “fırsatımız” olmuyor çoğu zaman. Bir an için şöyle bir arkamıza baktığımızda ise yerlerde bizden dökülen parçalar olduğunu görüyoruz. “Bu gidiş nereye?” diye en anlamlı sorgulamaya giriştiğimizde ise fişi çekilmiş bir televizyon gibi kararıp kalıyoruz. Bunca dünya telaşı, bunca meşgale soğuk toprakla bitiyor. Hayat gerçekten de acımasız.
Yıllar neleri götürür bizden? En başta gençliğimizi, diriliğimizi, tazeliğimizi… Ellerinize bakın bir süre veya aynanın karşına geçip yüzünüze. Bir on yıl veya yirmi yıl sonra kendinizi hayal edin. Bozulmuş bir meyve gibi solacağınız gerçeği, sizde ne kadar yaşama sevinci bırakabilir? O övündüğünüz yerleriniz, artık anlamsız bir umutla erimeye başlayan kemiklerinize tutunmaya çalışan biçarelere dönecek.
Yıllar neleri götürür bizden? En sevdiklerimizi mesela… Annemiz, babamız, evlatlarımız ve sevdiğimiz. Hepsinin alnında ayrılık yazıyor. Hepsi bir vedanın hazin kokusunu taşıyor üzerinde. O en korktuğumuz, o ölümden bile daha çok korktuğumuz “ayrılık” bir yarasa gibi sürekli gölgesini üzerimize yayarak başımızda dönüyor. Bir çan eğrisi acımasızlığındaki hayat durdurulması imkânsız bir tren gibi hep o son durağa doğru yol alıyor.
Yıllar neleri götürür bizden… Belki diğer yitiklerin yanında o kadar önemli olmasa da yıllar sahip olduğumuz ne varsa, kara dalgalarıyla yutuyor. Arabamızı mesela, evimizi, en özel saatimizi, kitaplarımızı, kıyafetlerimizi, ayakkabılarımızı… Yenisini alırım egosuyla kullandığımız ve gerçekten de yenisini aldığımız ne varsa eskiyor. Eskimeye mahkûm… Yenileme aldatmacası bizi kurtarmıyor. Sadece eskileri canlı tutmak oluyor bu çabamız. Aslında biz hiçbir şeye sahip olmuyoruz. Aslında biz, eline verilen şekeri iştahla emip bitiren ve yenisi için arzu duyan bir çocuğuz. O şeker yine bitecek ve biz hep yenisini isteyeceğiz.
Yıllar neleri götürür bizden… Düşüncelerimizi, inançlarımızı, hayallerimizi, duygularımızı… Canhıraş savunduğunuz fikirlerimizi mesela. Güler geçeriz, ben bunların mı peşine düştüm diye. Kara dediğimiz beyazlaşmaya, beyaz dediğimiz kararmaya başlamıştır. On yıl önceki bizi düşünün. Belki ondan nefret ediyoruz. Belki o bir varlık olarak karşımıza dikilse adam yerine koymayacağız. Bir süre sonra boş vermeyi öğreneceğiz. Boş vermek, bu yüzden hiçbir şey almamak… Çünkü sevmeyeceğiz hayatın bizimle yaptığı bu aldatıcı alışverişi. Dolandırıldığını yıllar sonra anlayan bir mağdur gibi şok olacağız.
Yıllar neleri götürür bizden… Çocukluğumuzu… Bize ağız dolusu gülmeyi dürtüleyen yanımızı… Bize hoş görmeyi, hor görmemeyi, dürüst olmayı, dolansız olmayı, pazarlıksız olmayı, karşılıksız olmayı, bir serçe gibi sevmeyi, yardımsever olmayı, paylaşımcı olmayı, bir bulutu izlerken keyif almayı, bir çınarın kalp atışlarını duymamamızı sağlayan çocukluğumuzu çalar yıllar. Geriye ne mi kalır? Bunu da küçük bir iç muhasebesi yaparak siz söyleyin.
Resim: http://www.birgrupyazar.com/zaman-mi-dediniz/