Meczûpların münferit nefret suçları

Muhtemelen pek çok kimseyle birlikte ben de meczûp sözcüğünü ilk kez Merhum Cumhurbaşkanı Demirel’den duymuştum. 10 Kasım 1994’de Anıtkabir’deki törende elinde Kur’an’la Cumhurbaşkanı Demirel’in önüne fırlayan bir kişi “Taşlar sizi kurtaramaz, putlara tapmayın. Sizi Kur’an’a davet ediyorum. Allahüekber” diye bağırmıştı. Demirel olayı “bir meczûbun sebep olduğu bir hadise” şeklinde nitelendirince, bütün medya bu kelimenin ne anlama geldiğini araştırmaya koyulmuştu.

TDK sözlüğüne göre “meczûp”  ”aklını yitirmiş kimse, deli” demek. Fatih Artvinli’nin “Delilik, Siyaset ve Toplum: Toptaşı Bimarhanesi” adlı kitabına göre ise “akıl insanı terk ederse deli, insan aklı terk ederse meczûp olur” imiş. Bu sözden yola çıkarak, meczûplukta bir iradenin, bir tür akıl dışı olma isteğinin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz belki de. Nitekim, geçenlerde İstanbul Maslak’ta bir otobüste şort giydiği için bir kadına saldıran ve kamuoyu baskısıyla tutuklanmadan önce salıverilirken utanmazca sırıtan adam meczûp olarak nitelenmekten pek hoşnut gibiydi.

Bu aralar TV programlarında sıkça dinlediğimiz ceza hukuku profesörü Ersan Şen, otobüsteki saldırının ‘basit yaralama’ olarak görülmemesi gerektiğini, TCK’nın başkasının hayat tarzına müdahele etmeyle ilgili 115/3 madddesine göre ceza verilebileceğini söylüyor.  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ise şöyle düşünüyor: “115. maddede 2014’te yapılan değişikliğin amacı azınlığı korumak değil dinsel çoğunluğu oluşturanları korumaktı. Nitekim madde başlığı ‘İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme’. Bu düzenlemenin asıl derdi de dinsel kıyafetleri nedeniyle okula, işe alınmayan kişileri korumaktı. Gerçekten de 115/3 şöyle diyor : “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.” Bu hükmü yazanların hiç aklında olmasa da biraz güçlü bir yorumla İstanbul’da tekmelenen mağdurun düşünce ve kanaati nedeniyle öyle giyindiği belirtilerek bu hükme sokulabilir belki ama sorun burada bitmiyor. Görüldüğü gibi savcıların, hakimlerin aklına bu hükmü uygulamak gelmiyor çünkü onlar bu saldırıyı 115 içinde görmüyorlar”. Altıparmak’a göre bu saldırının ‘nefret suçu olarak değerlendirilmesi gerekiyor: “Nefret suçunun derdi tam da bu. Birini yaralamakla, birini ırkçı gerekçelerle yaralamak arasında fark var çünkü. Nefret suçu düzenlemeleri, sadece yaralamayı değil onun arkasındaki ırkçılığı da hedef alıyor. O nedenle basit yaralamadan daha ağır bir şekilde cezalandırıyor.”

Rahmi Turan 21 Eylül tarihinde Sözcü’de yayınlanan konuyla ilgili köşe yazısında on yıl kadar önce Londra’da yaşanan bir olayı hatırlatıyor. Genç bir kadın geç bir saatte bir parktan geçerek evine gitmek istiyor. Karanlık yolda yürürken bir adam kadına sataşarak önünü kesiyor ve çok korkutuyor. Kadının çığlıkları üzerine  çevredekiler tarafından yakalanan saldırgana hakim 7 yıl 7 gün hapis cezası veriyor. Hâkime soruyorlar: “Adam kıza elini bile sürmemiş, sadece korkutmuş. Bu ceza çok değil mi?” İngiliz hakimin yanıtı şöyle oluyor: “Korkutmanın cezası 7 gün, 7 yıllık ceza İngiliz kadınlarının gece parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezası” Başka bir deyişle İngiliz hakim eylemin değil eylemin ardındaki tehlikeli zihniyetin cezalandırılması gerektiğini düşünüyor ve ona göre karar veriyor.

İşte bizdeki meczûpluk ve çoğu zaman ona eşlik eden münferit (yani genellenemeyecek, tekil olan)  nitelemeleri tam da bu noktada, devreye giriyor ve eylemin ardındaki tehlikeli zihniyetin perdelenmesi işlevini görüyor. Saldırgan “ne yaptığını bilmeyen meczûp” biri, olay da “her yerde olabilecek münferit bir hadise” olarak nitelenip küçümsenirken, karşı çıkanlara malum basın ve sosyal medya trolleri tarafından sopa gösteriliyor. Muktedir zihniyet tarafindan yaratılıp beslenen erkek ve din egemen sosyal iklim böyle olunca, hukuku uygulamakla yükümlü olan savcı ve hakim de şortlu kadına saldıran adamın suçunu basit yaralama olarak görüyor, ötesini görmeye hukuki feraseti değil, genel zihniyeti engel oluyor. Yani deniyor ki saldırgana “şort giyen kadından tahrik olman normal; onun örtünmesi ve hatta dövülmesi gerektiğini düşünebilir, bu düşünceni yayabilirsin sorun yok, fiziken saldırma yeter”. Nitekim olayı basından takip ederken “tekmeyi haketmiş kadın” diye düşünen binlerce erkek vardır bu memlekette ve hiçbirinin aklına da bu yaklaşımın eyleme dönüşmemiş bir nefret zihniyeti olduğu gelmez.

Kadınlara, farklı politik, din, mezhep veya cinsel tercihi olanlara yönelik saldırıların gündemden hiç düşmediği ülkemizde hukukçu ve karar vericiler, gerçekten dürüst ve tarafsız olup, sadece eyleme değil zihniyete de tepki göstermedikçe nefret toplumu olma yolunda ilerlemeye devam edeceğiz.

Görsel: http://sr.photos1.fotosearch.com/bthumb/CSP/CSP540/k5408016.jpg

Son Yazılar

Siyaset bilimi, ekonomi ve edebiyat (Alman Filolojisi) okudu; medya ve iletişim alanında master yaptı. 20 yılı aşkın bir süredir özel sektörde iletişim alanında çalışıyor.