Kan kokan kalemler ve namludaki ehli sünnet camia

Haftalardır aynı gürültü… The cemaat ve diğer cemaatler meselesi… Bir sözde ilahiyatçı çıkıyor “işte gördünüz, FETÖ gibi diğer cemaatler ve tarikatlar da yapılanmaya başladı, onlarda ihanet edecekler, devlet diğer cemaatlere de müdahale etsin” çağrıları… Bir sözde aydın çıkıyor “Görün işte biz demiştik, şeriatçılar, İslamcılar dini alet edip her yolu mübah sayıyorlar, hepsi hain, hepsi terörist…” diye ayrı saçmalıyor. Kardeşim, biri de çıkıp “İslamda bu olanların hangisi var ki diğer hak cemaatler de aynısını yapsın” yahut “Tarih boyunca ihanet eden ile sadık olan tarikatları incelediniz mi, İslam tarihi okudunuz mu, mezhepler tarihi okudunuz mu, tasavvuf tarihi okudunuz mu ki bu kadar rahatça savurma yolunu tercih ediyorsunuz” diye niye bir kaç kelam edemiyor?! Benim alanım Tarih. Bu sebeple daha çok bu alan üzerinden kısa kısa derdimi anlatacağım.

Misâl, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ayaklanması… Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’in Manisa civarlarında Rafızi-Batıni bir Şia isyanları var. Bu arada Torlak Kemal ve tayfası yahudi kriptocularıdır, buna ayrıca dikkat etmelidir bir takım benzerlikler sebebiyle! Sonrasında Şeyh Bedreddin‘in de dahil olduğu bir ayaklanma. Bunlar, Şeriat çerçevesi içine alınmış ahlak değerlerini hiçe sayarak beşer zaaflarına geniş müsaadeler tanımak, bir taraftan da ferdî mülkiyeti, din farkını ve evlilik müessesesi gibi kanunun teminatı altına alınmış sosyal barajları da aşıp cemiyete yeni bir nizam tanımak yoluna koyuldular. Şia karakterli olan bu isyanı bastırmak üzere harekete geçen Osmanlı hükümdarı, önce bölge beylerini bunların üzerine gönderecektir. Fakat bunların fazla bir varlık gösterememesi ve hatta maktul düşmeleri üzerine daha ciddi tedbirlerin alınması gerektiğine kanaat getirip Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile taraftarlarını ortadan kaldıracaktı. Amasya sancak beyi ve henüz on iki yasında bulunan Şehzade Murad ile lalası Bayezid Paşa, asileri büyük bir bozguna uğratıp Yahudi Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa‘yı öldürmüşlerdi. 

Misâl, Hasan Sabbah ve fedaileri… Şia kolunun İsmâîlîyye mezhebine mensup Hasan bin Sabbah tarafından 1090 yılının Eylül ayında Alamut Kalesini zaptettiğinde kurulmuş olan dinî tarikat ve siyasi örgüt. Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti‘nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve SencerBerkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran’ı ve Bağdat’ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise son liderleri Rükneddin Hür Şah’ın Hülagü’nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, 1258 yılında Lemeser Kalesi ve 1270 yılında Girduh Kalesi boşaltılmış, Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Reşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars’a teslim etmişlerdir.

Çokça örnek verip hem yazıyı uzatmaya hem de konuyu saptırıp sıkıcı hale sokmaya gerek yok. Kısaca şunu diyorum ki, tarihte görülen bütün dini görünümlü isyan ve ayaklanmalar aslen ya dini değildir yahut dini olmaktan çıkmıştır. Bu tür yapılanmaların ve cemaatleşmelerin tamamı maddi menfaatlere dayalıdır. Tecrübeler göstermiştir ki, asla Kuranı Hakim’de buyrulduğu üzere ‘ulul emr‘e itaatsizlik meşru olmamıştır. Bu yapılar asla itikadi ve ameli hiç bir hassasiyeti göz önünde bulundurmadıkları gibi, üstüne üstlük dini ve dini hassasiyetleri olan kişileri kullanmaktan da geri durmamışlardır ve de durmayacaklardır. Bu gibi sonuçlardan ise asla diğer cemaat ve tarikatların da bu yönde hareket edecekleri düşünülmemelidir. Bu hem zanna girer hem de usulsüzlüğe… Boş bir zandır, zira bilinir ki hassasiyetlerini menfaatlerinden üstün tutan cemaat ve tarikatlar, FETÖ ve benzeri yapıların İslami olmadıklarını defaatle söylemişlerdir. Onları bir kez olsun takip etmeyenler ise, ‘bilmediğim şeyden korkarım’ şiarınca tanımadıkları, görüp görüşmedikleri bu dini cemaatlere akla hayale gelmedik iftirada bulunurlar.

Şimdi, kısaca bir bakış attığımıza göre toptancı bakışının sebepleri ve sonuçları üzerine durabiliriz.

Soralım öyleyse, neden vasfı aydın gönlü karanlık olan bir takım çevreler böylesi toptancı bakışa sahip olabiliyorlar? Bunun birinci sebebi kesinlikle önyargılı bakış açısıdır. Belki hayatı boyunca cemaat ve tarikatları yakından takip edememiş, bazılarının ağzıyla bildiklerinden öteye geçememiş olmasından ve hatta bu karakterdeki kişilerle dahi aynı gölgede buluşamamış, buluşmaktan acip derecede korkmuş kişiliklerdir bu zatlar. Öyle ya yıllar yılı tarikat ve cemaatleri, hocaları, hacıları öcü gibi gösterenlerin, şeytan gibi aldatıcı, dolandırıcı, hilebaz diye lanse edenlerin torunlarından farklı bir davranış beklenemezdi! İkincisi ise usulsüz bakış açısıdır. Büyüklerimizden biliyoruz ki; usulsüz vusul olmaz! Bu sözde aydın olan konuşmacılar usulsüzlüğü şiar edinmişlerdir. Kendi fikirlerini savunma yolunda usule ne hacet! Bu bakış açısı toptancılığa sebep olmuş ve gereksiz yere kişi ve kurumlara karşı suizanda bulunmuşlardır. Oysaki bilselerdi, ilimden bihaber olmasalardı elbette İslamdaki itikadi konuları göz önünde bulundurunca FETÖ gibi yapılanmalarla İslamilik bağlamında yüksek öngörülere sahip olabilirlerdi.

Bakınız, unutmayınız ki Allah bizlere büyümeyi yayılmayı emretmiyor. Allah bizlere küçük bir grupta kalsak sebat edip O’nun ipine sarılmamızı, haktan hakikatten, doğru yoldan ayrılmamamızı, azmışların ve sapmışların yoluna düşmememizi emrediyor. Bunu bilip de devlete nüfuz etme gayesi sebebiyle bir takım şeri hususlarda helali haram, haramı da helal edenlerin elbette ki diğer, derdi Allah rızası olan cemaat ve tarikatlardan ayrılması elzem olur! İşte buradan da anlaşıldığı üzere kurum, cemiyet, cemaat ve tarikat ne olursa olsun hepsindeki tek kıstas, Kuran ve Sünnet hassasiyetidir. Müslüman helal dairede çalışmak zorundadır! Helali haram, haramı da helal yapması bu ölçüdeki yerini belirler ve Ehli Sünnet itikadından ayrı bir noktaya taşır. Eğer ki böyle bir durum vaki olursa derhal hocalar birbirini uyarır ve ihtar çekerler. Zaten senelerce de Ehli Sünnet omurga belki kimilerine göre eksik ama kör topal şekilde de olsa kesinlikle elinden geldiğince bu mücadeleyi vermiştir.

İslamda önderine koşulsuz itaat de yoktur. Nasıl ki bir kişi ailesine şeri şartlar dışına çıkılmadıkça itaat etmek zorundaysa aynı şekilde kişi önderi olarak gördüğü kişiye de itaat eder fakat en büyük farkla! Yani Kuran ve Sünnete ittiba şartı! Yani önderi olarak gördüğü kişi İslama aykırı iş yapıyorsa, durup düşünecek! Müslüman ne koyundur ne de aynı deliğe defalarca sokulan bir obje değildir! Düşünecek. Yanlış da yapsa ‘hocamızın bir bildiği vardır’ demeyip Kuran ve Sünnete bağlılığını sorgulayacak! Bu zat nasıl olur da takiyye yapıp içki için, soru çalıp haksızca kazanın, namaz kılmayın ve meşru olan ulul emr’e darbe yapın der yahut nasıl olur da kendi tabirleriyle sözde ‘Papa cenaplarıyla‘ bu derece yakınlaşabilir. Ben sırf bu ve benzeri sebepten çoğusunun cahilce hala peşinden gittiğine, bir kısmının ise bu yanlışları görüp döndüğüne şahit oldum! Şimdi görüyoruz ki bu kıstasa uyanlar kazandı, uymayıp körü körüne bağlananlar ise kaybettiler! Yazık ettiler hem dünyalarına hem ahiretlerine… Bu kıstasları görmeyip toptancılık yapan bir takım aklı evveller ve komünizmin oyuncağı hale gelmiş o aydınlar bunu bilse dahi idrakleri kabul etmeyecektir. Zira yıllar yılı aynı zokayı yutmuş olduklarından kendileri için de bir takım kıstasları olmamış ve önderlerini mutlak masum yani günahsız hatasız yahut hata etse de vardır bir bildiği bakış açısıyla şimdi ki darbecilerle aynı konuma düşmüşlerdir. Oysaki bu güruhla FETÖ’cü yapılanma arasındaki fark zihniyet farkından başka bir şey değildi. Bakış açıları aynı idi. Zaten bunu son zamanlardaki bir takım ortak tavırlarından görmüştük. Neyse bu kısma hiç girmeyelim ve sona yaklaşalım, zira derdim siyaset yapmak olsun istemiyorum. Bilinmeli ki; darbe zamanı birileri erzak için koşuştururken, iftira attıkları bu hak cemaat ve tarikat mensupları sokaklarda ‘ya istiklal ya şehadet‘ diyorlardı!

Unutmayalım ki tarih, neredeyse kurulan tüm devletlerimizin ardında bir bilge, bir pir, bir ulu kişi, bir şeyh ve bir tarikatın olduğunu göstermektedir!

(Görsel Kaynağı)

Son Yazılar

Ahmet Şit Yazar:

İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi'nde Tarih talebesi