El Sallayan Bir Kardan Adam

Büyük şehirlerin merkezleri, yoğunluğu ve etkinlik fırsatlarının çokluğu nedeniyle cazip olmayı sürdürse de, toplumsal bir bilinçaltıyla mı yoksa insanın fıtratı gereği midir bilinmez, insanlar yaşamlarını hep bir doğayla iç içe sürdürme hayaline sahiptir. Bu çoğu zaman tamamen şehirden kopup dağlara çıkmak şeklinde olmasa da, evinin arkasında güneşlenebileceği, küçük bir tarla ekebileceği, biraz daha abartıp mangal falan yapabileceği bir yeşil alanın hayalini kurmayan pek yoktur. Çoğu zaman bahçenin bakımıyla ilgili olası zorluklar göz ardı edilir ve komşunun tavuğunun kaz görünmesi misali bahçesi olanlara imrenilir. Oysaki gerçekte küçük bir bahçe bir kimsenin hayatında büyük değişiklere neden olmayacaktır. Çünkü şehir yaşamına adapte olmuş insan unutmuştur ki bir domates öyle kolay yetişmez, bakım ister. İşten güçten, sosyal medyanın başından kalkıp zaman ayırmak gerekir. Aslında belli bir yerleşim yerinin sakinlerinin yaşam kalitesinin arttırmanın yolu geniş, mantık çerçevesinde inşa edilmiş ve doğayı olduğu gibi koruyan parklara sahip olmaktan geçer.

***

Ben ki 90’larda doğmuş birisi olarak apartman dairesinde büyümüş, vızır vızır geçen arabalar nedeniyle sokağa dahi çıkamamış, oyun alanı dört duvar arası olan çocuklar kervanında bir kişiyim. Yaz tatili sebebiyle ağaç ve çimen yüzü görebilirdik ancak. Pikniğe, köye, yaylaya, denize gidilirdi. Belki de halen yaz mevsiminin favorim olmasının nedeni budur. Kışın ise kartopu oynamaya çıkmak bile eğlenceli olmazdı, arabalar çoktan bembeyaz karları eritmiş olurdu, kahverengi sular içinde bulurduk kendimizi. Ara sokaklarda, arabaların daha nadir geçtiği yerlerde yaşayanlar bunu daha az yaşamıştır, onlar mahalle arkadaşları ile güzel anılara sahiptirler muhakkak.

Peki, ne yapardık biz de? Akşamları anne babamızla oyun parklarına gider, tüm gün atamadığımız enerjiyi deli gibi oynayarak harcardık. Klasiktir, ne kadar oynansa da doyulmaz, yalvarılır yakarılır, ama başı yere eğik eve geri dönülür, belki dondurma alınır ise biraz moral düzelir. Yine de tam bir özgürlük yaşanmamıştır sanki.

***

Ben karmaşasıyla ve kötü planlamasıyla bile İstanbul’u sevsem de ve aşırı planlı batı kentlerini pek çekici bulmasam da, New York’un Central Park’ının kuş bakışı fotoğrafını ilk gördüğüm anı unutmam. Bu park hakkında kulaktan duyma bilgilerim dışında pek bir bilgim hala yoktur, gidip görmüş de değilim. Sonraki okumalarım ve incelemelerim sonucunda ise şu sonuca vardım: Bir şehrin, bir kasabanın, bir yerleşim yerinin en önemli unsuru, insanların tıkış tıkış oturmadığı, çocukların güvenle eğlenebildiği, devasa ağaçların olduğu, ferah çay bahçelerine sahip, yürümeye ve hatta bisiklet sürmeye müsait yolları olan bir parktır. Mevsimine göre görsel şölen sunmalı ve çeşitli aktivitelere de ev sahipliği yapmaya uygun olmalıdır bu mekânlar.

***

Bazen düşünürüm de insanların hep iyiyi hedef alması, ama aslında en iyinin ne olduğunu bilmediklerinden dolayı hep bir şeyleri deneyip sonra da sıkılmaları aslında ne gariptir! Bahçesi olan şikâyet eder, olmayan şikâyet eder. Benim gibi hayatında hiç ağaca tırmanmamışlar pişmandır, öbürleri şehre özenir. Belki de benim yaptığım da budur. Ancak galiba geniş bir koruya gidip farklı cins ağaçların yapraklarını incelemek, bazen bir macera yaşamak, bir banka oturup dondurma yalamak, kuşlara simit atmak, bir amcanın bastonundan destek alarak sabah yürüyüşü yapmasını seyretmek, bir kitap okumak, oksijeni içine çekmek, kışın bembeyaz karların arasında yürümek gibi bir keyif kendi bahçenizde alınmaz. Arka bahçenizde tek başınıza kardan adam yapmaktansa, bir parka gidip insanlara el sallayan bir kardan adam yapmayı deneyin önümüzdeki kış.

Nedense daha eğlencelidir…

 

Kapak Resmi

Son Yazılar