Hemen evimin yanı başındalar. Seslerini duyana kadar varlıklarını unutuyorum. Sonra kendilerini hatırlatmak istercesine çıkardıkları seslerle uyanıyorum ve gerçeklerle yüz yüze geliyorum. Onlar benim çığlıkları sessiz komşularım, gerçeklerle yüzleşme sebeplerim. “Biz de bu hayatın bir parçasıyız” der gibi bakışlarıyla kendilerini hatırlatıyorlar.
On beş kişilik koca bir aileden oluşuyorlar. Hepsi de hem zihinsel, hem de bedensel engelliler. Yan yana iki bahçede, bir tarafta sapasağlam, top oynayan çocuklar, diğer tarafta neredeyse gözleri dışında hiçbir hareketleri olmayan engelli çocuklar var. Baktıkça ne çok şey düşünüyor insan. Ne kadar şükretsen az diyorsun. Karşımda iki pencere var, ve bu iki pencereden iki farklı dünyayı seyrediyorum. Düşünmeden edemiyorum “acaba gerçek hayat onların yaşadıkları olabilir mi?” diye.
Biraz onlardan bahsetmek gerekirse, iki katlı, geniş bahçeli, içinde gönüllülerin çalıştığı bir evde yaşıyorlar. Arada bir attıkları çığlıkları olmasa, burada yaşadıklarını hatırlamak zor oluyor. Her gün sabah 6-7 gibi özel araçlarıyla tedavi gördükleri yere götürülüyorlar, öğleden sonra ise gönüllü kişilerle dolaşmaya çıkıyorlar. İlk bakışta gezmeye götürüldüklerini nereden anlıyorlar? diye düşünüyordum. Ama sonra tekerlekli sandalyelerinde köşeyi geçerken çıkardıkları sevinç çığlıklarından farkettim, evet belki onlar hem beden, hem de zihin engelliydi ama duygu ve ilgi engelli değillerdi.
O kadar çok ilgiye ve sevgiye muhtaçlar ki, bunu anlamamak imkansız. Bir defasında içlerinden bir tanesinin çok fazla ağlamasının sebebini sordum. Aldığım cevap ise bilenen bir cevaptı. “Sadece ilgi istiyor” dedi bakıcısı. “Kucağıma almamı istiyor” diye ekledi. Ne kadar aklı başında olmasa da, sevgi ve ilgiyi algılayabiliyordu. Ve güzel olan nedir biliyor musunuz? Onlarla ilgilenen insanlar o kadar merhametli ve sabırlı ki, dünyada böyle insanların olması bile artık bir mucize. Kendi çocuklarına bakar gibi, güler yüzleriyle, adeta birer melekler. Burası aslında ev konforunda bir rehabilitasyon merkezi. En ilginç olanı ise evin sembolü. Semboldeki resim bir insanı temsil ediyor, tek ayak üstünde duran, başparmaklarıyla “her şey yolunda” işareti yapan bir insan. İlk bakışta normal bir insan gibi görünüyor. Oysa engelli biri. Semboldeki pozitiflik ise, hem oradaki çalışanlar, hem de hasta çocuklar için iyi bir görüntüye sahip. “Ne olursa olsun, nasıl olursan ol, hep iyi ol!” diyorlar. Çocuklar daha eve ilk geldiklerinden itibaren, onları rahat hissettirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Etrafımızda yüzlerce böyle insanlar olmasına rağmen, yine hayattan memnun olmuyoruz. Halimizin şükürcüsü olmuyor, sağlığımızın kıymetini bilmiyoruz. Üstelik çoğu insan, onların varlıklarından ve görüntülerinden bile rahatsız. Oysa biz “Yaratılanı sevecektik, Yaratan’dan ötürü.” Düşünemiyoruz ki, bu hayatı onlar seçmedi, ve her an onlar bizim hayatımızı, biz de onların hayatlarını yaşayabiliriz. Aslında o kadar güzel gözleri var ki, insan olduğumuzu hatırlatacak bakışta. Onları dışlamaktansa keşke onlarla yaşamayı öğrenebilseydik. Neydi esas olan? Sadece insanın yaratılış gayesini çözmek, olduğumuz gibi, varlık adımıza yakışır gibi olmak, insan olmaktı. Bunun için çevremizde olup bitenleri gözlemek gerekir, hayattan ders almak gerekir. Hayat her türlü seçeneği sunmuş bize. Önemli olan adımızı ve gayemizi unutmamak…
Söylemeden geçemeyeceğim, maalesef aynı zamanda da adı insan olan o kadar çok yaratık var ki, insanlıktan nasibini almamış, merhametsiz, benliğinde kaybolmuş, bedeni sağlam ama ruhu engelli insanlar… O halde gerçek engelliler kim? Tertemiz, yürekleri kirlenmemiş, dünyada ki masumiyetin anlamı olan bu çocuklar olabilir miydi hiç?
Fotoğraf: Fadime Çetinkaya