Yaşadıklarımıza bakış


Midem bulanıyor. Şuan duygularımı en net ifade eden cümle başkası olamazdı. Çağlayan cehaletten, güvensiz ve kalitesiz bilgiden, bizi bataklığa sürükleyen zihniyetten, demokrasiyi ve hukuku adeta domino taşları gibi yıkanlardan, insanların seçimlerine saygı duymayanlardan -seçimle gelen darbeyle gönderilemez- , değişim karşıtı muhafazakârlardan, din kisvesi adı altında yıllarca bizden biri gibi aramıza sızmış darbecilerden hepsinden ama hepsinden midem bulanıyor. Ve neden bu hale gelip, gözlerimize indirdiğimiz perdeleri açıklayacak olursam, sanırım geniş tutmadığımız bakış açımızdan ve okumadığımız farklı görüşlerin varlığından dolayı kaynaklandığını söyleyebilirdim.

Çoğumuz okumuyoruz, araştırmıyoruz ve sorgulamıyoruz. Yaptığımız tek şey sürüklenmek, nereye gittiğimizi sadece kestirebiliyoruz, sadece tahmin ediyoruz ama bilmiyoruz. Tarihin, felsefenin, dinin ve dünyanın ne dediğini bilmiyoruz. Çoğumuz dar kafeslerimize hapsolmuşuz, sadece dar pencerelerimizde yaşıyoruz. Üniversite mezunu her insanın aklıselim düşünebileceğine inanırız. Sonuna kadar yanlış! Bugün Türkiye’de birçok üniversiteli ve üniversite mezunu kaderinin bu olduğuna inandığı için ve olması gerekenin bu olduğuna inandığı için üniversite okuyor. Süreç böyle, tekrar eden hayatlar böyle ve izlediği böyle. Bence yaptığımız her şeyin bir amacı olmalı. Bu amaç yalnızca hayatı idam ettirmek üzere değil, büyük hedeflerin ilk adımları olmalı. Düşlerimiz olmalı inandıklarımıza ve yapabileceklerimize dair. Öylece seyredip başkalarının yapmalarını beklemek değil, gerçekleştiren olmalıyız. Üniversitede okurken mezun olmayı değil, bilgiden nasıl istifade edebileceğimizi, daha çok ne öğrenebileceğimizi ve ne üzerine yüksek lisans yapabileceğimizi hedeflemeliyiz. Adımlarımızı planlarken hep bir kaç adım ötesini düşünmeliyiz. Bu çark böylece devam etmeli ve en önemlisi, penceremizi daima yaşayan, gelişen farklı dünyaların farklı seslerine açmalıyız. Bilgisizliğin yani aslında cehaletin sürüklediği ve bir çoğumuza çarpıp oluşturduğu etkiler var. Kıramadığımız ön yargılarımız ve gelenekselciliğimiz var.

Ön yargının oluşmasını sağlayan şey, yetersiz beslenme ya da şişkinlik. Mesela bir çoğumuz, her şeyi göründüğü gibi değerlendirip yargısız infaz yaparız. Şişkinliğimiz varsa durum daha fena, saptırırız aslında öyle olmayan şeyleri ya da abartırız. Şişkinlikle yapacağımız bir hatanın, bazen üzerine soda içerek dahi düzeltilecek bir yanı kalmayabilir. Bir insanı ya da toplumu infazından önce yargılayabilmek de önemlidir ama bundan daha önemli olan şey, onu yargılayabilme makamında olabilmektir. Kendinizi bu makama layık görüyorsanız ki bu makam ciddi bilgi ve tecrübe gerektirir, çok dikkatli olmalısınız. Çünkü olayları ne onun gözünden gördünüz, ne onun geçtiği yollardan geçtiniz ne de onun hüznünü, sevincini paylaştınız. Dediğim gibi çok dikkatli olmakta fayda var zira bırakın maddi alemin mahkemelerini, manevi alemin mahkemelerinde şikâyetçileriniz olur.

Bir de gelenekselciğimiz, yanlış anlaşılmasın tamamiyle yermiyorum. Eleştirdiğim şey, yeniliğe fırsat vermeyen, bağnazlaştıran ve bizi iyice dipsiz kuyulara fırlatan gelenekselcilik. Bunu içinde yeniliğe yer vermeyen, “Bana dokunmayan bin yıl yaşasın” diyen zihniyete atfedebiliriz. Bir nevi hayat uzuvlarının tek bir parçasını savunan bağnaz muhafâzakarlık. Tamamiyle gelenekselcilikle yoğrulan, ataerkil din yaşayışına sahip zihniyet. Gelenekleri yaşatmakla dini, gelenekselcilik boyutunda algılamak çok farklı şeyler, bizim geleneklerimizin dinin doğrusuyla fazlaca eşleşmesine rağmen.

Din, yaşayan ve nefes alan bir varlık gibidir ve hatta ötesindedir.  Akıl veren sonsuz bir bilgi kaynağıdır ve bence bugün cehaleti aşmanın yolu onu doğru okumaktan geçer. Din, eskimeyen ve hep yeni kalan bir yaşam kaynağıdır, hayat verir. İnsana hem muhafazakar olmayı öğretirken hem de devrimci olmayı öğretir. Ne tamamen gelenekselcidir ne de tamamen devrimci. Sağlam temelli ve güvenilir tek kaynak odur.  Ve  o din, İslam dinidir. Bu dini bize öğreten, alemlere rahmet olarak gönderilmiş Hz.Muhammed (Aleyhisselâtu vesselam) ‘i iyi anlamak ve onun yaşadıklarını bugüne uyarlayarak düşünüp yaşamak çok kıymetlidir. Allahu Teala’nın da Bakara suresi 214. ayetinde dediği gibi,

“Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.”

Buradan da anlayacağımız gibi, bugün içine düştüğümüz bütün bu sıkıntıların bir sebebi var. En büyük felaket dinin başına gelirmiş derler, sanırım son günlerde imtihan olduğumuz nokta bu. Türkiye bugün aslında bunun en canlı şahidi. Bizi adeta atar damarımızdan yakalamış darbecilerin bugüne kadar yaptığı,  tüm kirli işleri için bizi kullanmış olmasıdır. Allah bu bağnazların, muhafazakârların eline düşürmesin.

Rabbim yardımını ve inayetini üzerimizden eksik etmesin. Bizlere idrak kabiliyeti nasip etsin.

Son Yazılar

Bilkent Üniversitesi Öğrencisi