15 Temmuz darbe girişimi, 93 yıllık Cumhuriyet tarihimizin, içeriği en farklı darbe girişimiydi. Hem ordunun geleneksel darbe dinamiklerinden besleniyor, hem de yepyeni bir dinamiği ve içeriği ifade ediyordu. Eğer başarılı olsaydı, ülkede yaşanan darbelerin ardından yaşananlardan çok farklı sonuçlar üreteceği de kesindi. Benim için bu sonuca en yakın tahminim iç savaş olurdu.
15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirenlerin iki temel dayanağa sahip olduklarını söyleyebiliriz. İlk dayanak noktası, tüm darbe dinamiklerimizin en geleneksel noktası; yani rütbeli askerlerin eğitim süreçlerinin en başından beri edindikleri ve bir hak olarak algıladıkları; istedikleri an bu ülkede söz sahibi olmak için silaha sarılıp, ülke yönetimime el koyabilme gücü, güveni, iradesi, tercihine sahip olduklarına inanmaları. Bu güven, irade ve tercih hakkı son 30 yıl içinde giderek yıpranmış olsa bile, en olası durumda yeniden filizlenecek bir tohum olarak asker zihniyetinde hala varlığını sürdürdüğünü tahmin etmek güç değildi. 15 Temmuz darbe girişimi bu tohumun hala canlı ve üretken olduğunu bize gösterdi. Bu anlattığım kısım, 15 Temmuz’un geleneksel darbe dinamiğine temas eden noktasıydı.
Ancak, 15 Temmuz darbe girişimini çok farklı kılan ve gelenekten koparan farklı bir yönü de var. O da, askerin darbe girişiminin fitilinin asker dışı bir odak tarafından ateşlenmesi. Darbe girişiminin ardından okuduğumuz haberler, basına yansıyan ifadeler, askere dış bir odaktan darbe talimatı geldiği ihtimalini güçlendiriyor. İfade veren birçok darbeci, darbe girişimini, zaman zaman askeri birliklerin dışında görüşme yaptıkları ağabeylerinden aldıklarını söylüyorlar. Ordu içindeki darbenin üst düzey temsilcilerinin, darbeye nasıl karar verdikleri ya da darbe talimatını kimden aldıklarına yönelik ortaya çıkan net bir ifade ya da itiraf henüz yok. Ancak genel ve yaygın olan kanı, darbenin ordu dışında sivil bir odağın yönlendirmesi ile gerçekleştirildiğine yönelik. Türkiye toplumu ve siyaseti, bu odağın Fetullah Gülen ve onun cemaati olduğu konusunda uzlaşmış durumda. Şu ana kadar elde edilen tüm veriler de bu kanaati destekliyor. Ordu dışı sivil bir güç odağının kontrolünde darbe girişimi yapmanın, ordu tarihinde bir ilk olduğunu söyleyebiliriz. Küçük bir örnek dışında.
Türkiye tarihinde buna benzer bir başka darbe girişimi ise, 12 Mart 1971 darbesi öncesi planlanan 9 Mart darbesiydi. O girişimde de, Doğan Avcıoğlu Yönetimindeki Devrim Dergisi etrafında toplanan ve ordu içindeki bazı general ve subaylarla temas halinde olan bir oluşum da, bir darbe planlaması içine girmişti. O oluşumda askerlerin mi yoksa sivillerin mi daha etkin olduğu hala muammadır. Ordu içinde cuntacı bir yapı oluşturmayı başaran “Milli Demokratik Devrim”cilerin ve ordu içindeki cuntacı yapının Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’e kadar ulaştığı ve darbe planlamasına dâhil ettikleri biliniyordu.
Ama o darbe girişimini, 15 Temmuz darbe girişiminden ayıran temel fark, 9 Mart’ın çok güçlü bir istihbarat ağı ile önlenmesi oldu. MİT Mahir Kaynak aracılığı ile, genelkurmay ve ABD ise kendi istihbarat kaynakları ile gelişmeleri an ve an takip ediyorlardı. Bu istihbarat dolayısı ile 9 Mart cuntacıları düğmeye dahi basamadılar. 12 Mart’ta Genelkurmay kontrolünde yapılan darbede ise tüm 9 Martçılar ayıklandı. 12 Mart darbesi, her şekli ile emir komuta zinciri altında ve tam olarak asker zihniyeti ile yapılmıştı.
9 Mart darbe girişimi, ordu tarihi içinde çok ayrık bir örnek olarak duruyordu. 15 Temmuz darbe girişimi ise bu ayrık örneğin oldukça ötesine taşındı. Öncelikle dışarıya istihbarat bilgisi sızdırmama noktasında başarılı bir girişim olduğu kesin. Bunu, ancak darbeden 5-6 saat önce haber alınmış olmasından anlıyoruz. Ordu içinde emir komuta zinciri dahilinde olmasa dahi, yaygınlığı azımsanmayacak düzeyde örgütlenmiş bir girişim olduğu, hemen hemen ordudaki rütbeli askerlerin yarısının ordudan men edilmesinden anlıyoruz. Askerin darbe girişimi için talimatı dış bir güç odağından alması, bu talimata ikna olması, güç odağının etki gücü hakkında bizi dehşete düşürüyor. Orduya sızan dini maskeli bir grubun, askerin geleneksel darbe içgüdüsü ile birlikte ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu 15 Temmuz darbe girişimi ile görmüş olduk.
Ülkemizde, ordunun damarlarında gezinin geleneksel darbeci içgüdünün aşınması için Ergenekon ve Balyoz davalarının ciddi bir etkisi olmuştu. Ancak bu davalara panzehir olarak geliştirilen, ordu içine cemaat sızıntısının tehlikeyi başka bir boyuta taşıdığını görmüş olduk.
Şimdi daha farklı, daha demokratik, adil, hakkaniyetli ve bilimsel çözüm üretmemiz gerekiyor.