Eskimiş Bu Banklar (Büyüklere Masallar I)

Kahveye gelir Ahmet her zamanki yerine geçer. Çaycı Serkan’ın işi ne, hemen çay getirir. Ahmet bakar saatine masaya gelen üç beş kişiye selamlar derken bir iç geçirir. “Serkan nerede bizim çocuk?” der. Serkan yine hüzünlü sesiyle ”Yok ağabey gelmedi bizim şair, kim bilir hangi alemdedir, kafası nerededir?”dedi. Serkan ”şair çocuğun” çok eski arkadaşıdır, aynı lisede okumuşlar, Demetevler’in tozunu yutmuşlardı. Demetevler Yenimahalle arasını defalarca adımlamışlardı, kilometrelerce yürürlerdi bazen. Bir gün Demetevlerin tek birahanesinde biralarını yudumlarken şair ”koskoca Demetevlerde neden burası tek birahane biliyor musun?” diye sormuştu Serkan’a. Serkan ”ne biliyim oğlum” der demez şair yanıtlamıştı bile kendi sorduğu soruyu ”çünkü Reis Çatlı burada içermiş”. Hep böyle orijinal iddialar ”şair”den çıkardı, zaten böyle şeylere alışmıştı Serkan, gerçi şairin de haklılık payı var diye düşünürdü, şairin de dediği gibi bu birahaneyle MİT’in arası beşyüz metre ancak vardı. Demetevler de gittikçe muhafazakarlaşıyordu, bazı büfeler bile bira satmıyordu, böyle bir ortam da çöldeki vaha gibiydi bu birahane. Neyse şehir efsanesi der içerlerdi biralarını. Sonraları Demetevlerle irtibatı tam koparmışlar, Yenimahalle’ye ”Taşkın Sokağa” takılır olmuşlardı. Cepteki son kuruşa kadar bira içerler, kadın ve aşk üzerine konuşurlardı. Masalcı Ahmet’i de bu sayede tanımışlardı, tanıdıkları da iyi olmuştu, Ahmet araya girmiş Serkan’a Taşkın Sokaktaki bu kahvede iş ayarlamıştı. Şair gibi aylak değildi artık az çok ekmeği elindeydi, hüzünse her zaman dilinde. Derken kapı açıldı, ayakta durmakta zorlanan ”şair çocuk” içeri girdi. Ahmet’in masasına oturdu. Ahmet ”bu halin ne?” bile diyemedi, bilirdi ki konuşursa ”şair” masayı dağıtır çıkıp giderdi.

İki bardak tavşan kanı çay arasından sonra Ahmet, “Bütün gün seni bekledim şair” dedi. Şair ”Buradayım işte yine o bitmez tükenmez uzun hikayelerinden anlatacaksan havamda değilim ona göre kısa kes” dedi. Ahmet sinirlense de belli etmiyordu zira bu genç delikanlıyı fazlasıyla seviyordu suyuna giderek. ”Kısa kısa bir haftadır Ulus esnafıyla takılıyorum yaşanmış ibret veren bir hikaye öğrendim ki bugüne kadar olanlar hiç kalır” dedi. Çaylar yine bir dikişte içildi ve Ahmet iştahla söze başladı.

Yaklaşık elli yıl önce Kayaş’ta genç yağız bir delikanlı yaşıyormuş. Anası babası erken göçmüş, yılmamış dört elle tutunmuş hayata, bakırcı ustasının yanında. Yıllar rüzgarın savurduğu yapraklar misali savrulurken elindeki çekiç indiği yere can verirmiş, bakırda nakış olurmuş çekiç. Göz bakar el vururmuş çekici, boynuz geçmiş kulağı ve demiş usta ”kızım da senin dükkan da senin, namusum da senin, usum da senin, artık usta sensin.” Destur gelince ustadan, daha da yük binmiş omuzlarına; daha önce sadece onu taşıyan ayakları, artık taşa taşa taşımalıdır dünyayı. Ömür bir soluk gibidir; dert dermansızsa ah eder insan, ah bile edemezse gam eder, nemin çürüttüğü duvardır, gamın çürüttüğü ise adamdır. Mum geceyi bitirmeden biterse, ömür de gamı bitirmeden yitecektir. Rab kitaptan seslenip ”sarsılmayacaksın” der, der de gam deryasını Rab bile serbest bırakır kullarına. Ana baba yitince ustasına sığınır; ah bile edemez gam eder, usta deyince kızım da senin dükkan da senin, namusum da senin, usum da senin, diyebilir mi ki ”usta benim gönlüm başka deryalarda kanat çırpar, us’un bende kalsın, namusuna karışmam” diyemez, usta demişse sözü, boyun bükmektir kalfanın işi. Ah edemez yine gam vurur yüreğin de, çekiç vurur elin de, alnı kararmaz elleri kararır, gözünden fer gider, yüzü sararır. An an titrer elleri. Ellere düşmüştür hep dünya işleri, insan elleriyle kurar dünyayı, elleri çalışır insanın, el oğlu gibi çenesi mi çalışacaktı ki? Elleri çalışır insanın, kalbi ister elleri eyler, her eylediği emeğidir böyle insanın; lakin birinin eylediği ötekine eğlence gelir. Zaten demişlerdi ya davulun sesi uzaktan hoş gelir. Hoş seda etmez aylak kalan, çenesini fesada açar böyleleri. Fesadın yükü ağırdır, gebe bırakır girdiği yeri, kara doğar bu gebeliğin bebesi, adına “yalan” derler. Fesattan kulağını sakınmalı insan, sonra dilinden doğan ”yalan” olur, ömrü ise ”yal an” olur. Yal köpeklere göreyse, köpek gibi geçiyorsa ”an”, insan suretindeyse de insan değildir yaşayan. Aylaklar konuşur, orta şekerlidir kahveleri, ortaya atarlar sözlerini, oltaya takılan bulunur elbet. ”Bak gördün mü(?) ne şans var adamda kızı da aldı dükkanı da oh ne güzel ne rahat, hayat ona güzel, adamda bir kere şans olacak. Yoksa ona düşer miydi dükkan? Anasız babasız büyümüş o kim oluyor ki usta oluyor, başımıza esnaf kesiliyor, efendiymiş, efendi olan ustasının kızına yan gözle bakar mı? Bakmaz elbet, ustanın kızı bacısı gibidir insanın, bakar mı insan ustasının kızına?! Aaa siz daha ne biliyorsunuz ki, o yerlere bakar yürekler yakar. Uzaktaki pazarda da görmüşler, bir ahu dilbere göz ettiğini. Deme bak şu deyyus’a ustanın kızını almış bir de daha önceden oynaşı varken.”

Aylağın yalanı yılanı bile kıskandırır yılan der ki ”bendeki zehir bile bunların yalanının yanında hafif kalır.” Ve der ki yılan ”ah bu aylaklar; benim adımı çıkardılar zehirli diye kendi zehirlerine bakamadılar bile.”

Ahmet’in sözü şairin masaya attığı yumrukla kesildi. ”Ahmet ağabey yaşadığımız bize yeter şimdi bu dramı dinlemek istemiyorum. Bir dahaki sefere tam kaldığın yerden devam et, baştan da alma hiç dinlemem” dedi. Ve sözü biter bitmez kimseye konuşma fırsatı vermeden çıktı gitti. Şair çocuk köşeyi döner dönmez büfenin önünde durdu ”gazeteye bir extra sar” dedi. Cebinden çıkan son kuruşlarla biranın parasını uzattı ve Ragıp Tüzün Parkı’na koşar adım yürüdü. Kimsenin ilişmediği eski bir bankı buldu, birasını açtı ve bankın önüne gelen kumrulara şiir okumaya başladı…

Eskimiş bu banklar

sarıldığım, öpüştüğüm

sözüne söz olduğum

bu banklar,

heyhat

aradan geçmiş yıllar,

yine sonbahar

yine dökülüyor yapraklar,

gözlerime eşlik eder

belki bulutlar,

hayaller bile uzak,

avucunun içine sığan umutlarım

uzak,

eskimiş bu banklar

eskimiş bizim ayrılığımız gibi,

burada mıydık?

bilikte miydik?

gözlerin bakmış mıydı?

gözlerime,

başın rahat mıydı?

omuzum da,

gülüşündeki coşku

iz bırakmış mıydı?

kaldırımlar da,

eskimiş bu banklar

çiçek satan çocuklar

peşime takılmaz artık,

ablaya bir çiçek al

demezler,

köşeden mısırcı yine geldi

çaycı da geçer birazdan,

beklesem sen de geçer misin?

uzaktaki yıllardan…

Son Yazılar