“Damızlık Kızın Öyküsü”, bundan yaklaşık 20 yıl önce okuduğum bir romandı. Okuduğum dönem çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Hatta üniversite yıllarıma denk gelen o dönemde, bu roman, kitap düşkünü arkadaş çevremde önemli bir gündem maddesine dönüşmüştü. Üniversite yıllarının idealist, tek ve mutlak doğrucu zihin dünyamda, “Damızlık Kızın Öyküsü”nün zihnimde farklı bir kanal açılmasına sebep olduğunu, bugün daha iyi anlıyorum.
Kitabı yaklaşık 20 yıl sonra okumama neden olan şey, içinde yer aldığım kitap okuma grubu tarafından ayın kitabı olarak seçilmesiydi. İlk anda, daha önce okuduğum bu kitabı tekrar okumam gerekip gerekmediğini düşündüm. Kitabı hatırlamaya çalıştım. Ama zihnimde, totaliter bir rejimde, üst düzey komutanlara hizmet eden ve çocuk doğurması beklenen bir kadın karakterden başka hiçbir şey şekillenmedi. Olayların oluşumu, o sürece nasıl gidildiği, diğer karakterler ve olayların akışı hakkında hiçbir detay hatırlamıyordum. Bu durumda kendimi kitabı yeniden okumaya mecbur hissettim. Kitabı yeniden okumaktan heyecan duysam da, 20 yıl önce okuduğum kitabın zihnimden bu düzeyde uçup gitmesine üzüldüm. Bu, diğer bir yanı ile, şu an okuduğum kitapları, 20 yıl sonra hatırlamayacağım anlamına geliyordu.
Okuduğum iki “Damızlık Kızının Öyküsü” kitapları arasındaki fark, iki farklı yayınevi tarafından basılmış olması ve iki ayrı kapağa sahip olmasıydı. Açıkçası, 1992 yılında Afa Yayınevi tarafından yapılan ilk baskının kapağı daha cesur bir kapak ve daha sanatsal gözükmekle birlikte kitabın içeriğini değil ismini ön plana çıkaran bir kapak. Bu yıl Doğan Kitap tarafından yeni basımı yapılan kitabın kapağı ise daha tutucu bir yanı olmakla beraber daha mazbut ve romanı yansıtma becerisi daha yüksek.
“Damızlık Kızın Öyküsü”nü okuduğum diğer distopya türü kitaplardan ayıran özelliklerden birisi yazıldığı dönem. Daha önce okuduğum “Cesur Yeni Dünya” 1932 yılı, “1984” 1949 yılında yazılmıştı. Bu kitapların temel dürtülerini ise Avrupa’da yükselen faşizm ve komünizm dalgası oluşturmuştu. 1985 yılında basılan “Damızlık Kızın Öyküsü” de benzer dürtülerle kurgulansa da, artan çevre kirliliği, iki kutuplu dünyadaki silahlanma yarışı, insan türünün geleceğine dair kaygılar, kadının modern yaşama dâhil olmaya çalıştıkça önüne çıkan yeni tür bir cinsiyetçilik gibi sorunlar kitabın hammaddesini oluşturmakta.
Roman, aslen, Amerikan toplumunda, sağ ve sol politik çekişmelerinin temel ayrışmaları üzerine kurulduğunu hissettiriyor. Romandaki Gilead rejimi öncesi, özgür olarak tabir edebileceğimiz dönemde, feminist hareketin gelişmesi ile gündeme yerleşen kürtaj özgürlüğü, aile düzeninin gevşemesi, kadınların çalışma özgürlükleri ve tüm bunlar neticesinde doğum artış hızlarının azalmasına yönelik tepkilerle, ardından gelen totaliter rejimde bu özgürlüklerin tam tersine çevrilmesini içeriyor.
Totaliter rejimlerde, tüm insanlar sınıflandırılıyor ama kadınlar daha sert ve keskin sınıflandırılıyorlar. “Damızlık Kızın Öyküsü”nde bu sınıflandırma son derece açık. Geleneksel kadınlık vazifeleri, “eş olmak-ev hizmetleri-doğurmak-mürebbiyelik-erkeklerin eğlencesi olmak” farklı iş grupları olarak belirlenmiş ve her bir grup için farklı kadın tipleri oluşturulmuş. Bu gruplar arasında bile herhangi bir dayanışma yok. Hatta her bir grubun içinde bile birbirinin casusu olmak genel eğilim. Çünkü totaliter rejimlerin en büyük becerisi, insanların her şeyden şüphe duymalarını sağlamak. Dostluk, dayanışma, paylaşım duygularını köreltmesi ve yok etmesi.
Kitapta, bu körelme durumunun, insan beyninde nasıl şekillendiğini de görebiliyoruz. Zaman zaman eski özgürlük dönemlerini bile yargılayan, garipseyen bir ruh haline dönen bir kölenin, beynini yeni baskıcı rejime uyarlaması çok da zor olmuyor. Uyarlayamayan için ise tek çıkış yolu intihar.
Roman, ne kadar distopik bir eser de olsa, bir kez daha “insanın olduğu yerde umut vardır” düsturunu yer veriyor. Bu sebeple olsa gerek, kitabın yazarı Margaret Atwood kitabını ütopya ve distopya türleri arasında melez bir tür olarak düstopya olarak tanımlıyor.
Dünyada, doğudan batıya doğru gelişen otoriterleşme rüzgârları ve bu gelişimin totaliterleşmeye evrilme korkuları, “Damızlık Kızın Öyküsü”nü güncel tutmaya devam ediyor. Belki de tek farkla; insanoğlunun üreme sıkıntısı değil, aşırı üreme sıkıntısı, olası totaliter rejimlerde tam tersi yönde önlemlere gerekçe olabilir. Ama totaliter rejimlerin kaygı ve hedefleri ne olursa olsun, bu tip rejimlerin en büyük eziyetini kadınların çekeceğine şüphe yok.
Tek doğruyu hedef alan rejimlerin, insanları nereye sürükleyebileceğine dair bir örneği görebilmek adına “Damızlık Kızın Öyküsü” oldukça çarpıcı bir roman. Zaman zaman okuma akıcılığında sorun olan girdaplar oluşsa dahi, zorlanıp okunması gereken bir eser. Özgürlüğün kıymetini anlamak için bir ön uyarı eseri.