Günümüzün yozlaşmış dünyasının parlatılmış kelimesi “mutluluk”. İnsanlar onun peşinde. Haliyle ulaşılmaz bir mücevher gibi herkes tarafından bulunmayı bekliyor adeta. Şanslı olan ona kavuşuyor ama peki ya yakalayamayan?
Mutluluğun resmini yapmak isteyen çok olmuştur eminim. Dolayısıyla bazı insanlar tarafından çeşitli hikayelerle anlatıla da gelmiştir kimi zaman. Bununla beraber mutluluğun içimizde olduğunu söyleyen de olmuştur ondan umudunu kesen de. Yalnız maneviyatın kaybolduğu maddiyatçı bir düzende yaşıyoruz artık. Her şeyde bir çıkar gözetiyoruz. Emin olun yapmıyorum diyen herkes farkında olmadan da olsa böyle yapıyordur. Mesela o bana şöyle yapmıştılar da hiç peşimizi bırakmıyor. Aklımızın bir köşesinde -doğal olarak insanız çünkü- hep kendimize yararlı olanı yapma fikri yatıyor. Ancak egolarımız bazen her şeyin önüne geçerek adeta iki şeritlik bir yolda önündeki arabayı sollamaya çalışan bir araba gibi karşıdan gelen kamyondan kaçmak isterken sonunda bizi şarampole yuvarlıyor. Oysa hayatı basit yaşamak gerekiyor diyebilirim. Hayatı zorlaştırmamak, yaşanılanları olduğu gibi kabul etmek ve çabamızı gösterdikten sonra olan biteni akışına bırakmak en iyisi. Çünkü düşündükçe işler daha çok karışıyor. Düşündükçe başka şeyler çıkıyor. Özellikle farkında mısınız bir yerden sonra hep olumsuza odaklanıp olumsuzu düşünür hale geliyoruz. Sonunda da yine bir mutsuzluğun ortasında buluveriyoruz kendimizi.
Öyle bir yaşıyoruz ki mutluluk manevi bir kavram değilmiş de sanki çarşıdan pazardan alınan bir ihtiyaçmış gibi hissediyoruz. “Neden mutlu değiliz”in püf noktası da işte burası olmalı kanımca. Bir de bildiğiniz gibi beklentiler insanı yaralıyor. Yarın öyle bir şey olsun ki çok mutlu olayım demek kolay. Ancak yarının mutlu geçmesi için beklemek sadece acıtır. Bunun yerine mutluluk düşüncesini kafadan çıkarıp yaptığımız her şeyi inanarak ve özenerek yaparsak sonunda alacağımız sonuçlarla kendimizi mutlu hissetmemiz daha kolay olacaktır. Bununla ilgili olarak nerede okuduğumu hatırlamıyorum ancak inançlı yani herhangi bir dine inanan insanların inanmayanlara göre daha mutlu olduklarının ifade edildiğini biliyorum.
Arıyoruz tarıyoruz sürekli. Üstelik radyoda çalan herhangi bir şarkıyla bile kendimizi mutlu hissedebiliyorken neden sanki mutluluk bizden kaçıyormuş gibi benimsiyoruz? Yalnızca yediğimiz bir çikolatayla bile mutlu olanlarımız vardır. Paylaşmayı biliyorsak, doğayı seviyorsak, ailemiz sağlıklı ve yanımızdaysa, okulumuzu bitirdiysek, karnımız toksa, çayımızı yudumluyorsak kendimizi mutlu addedemez miyiz yani? Elbette hayalini kurup gerçekleştiremediklerimiz, yapmak isteyip yapamadıklarımız, yanlış adımlarımız hep olacaktır. Doğanın kanunu bu. Önemli olanın elimizdekilerin kıymetini bilip onunla mutlu olmak olduğunu biliriz ama pek azımız bunu kabul ederiz. Her şey para değil deriz o olmayınca mutsuz oluruz. Her şey aşk değil deriz o olmayınca mutsuz oluruz. Oysa senin için küçük olan bir şey başka birisi için kocaman bir armağandır belki de. Bunu hep unuturuz. İnsanoğlu bu işte, bencillikten nasibini al(a)mamış, en büyük düşmanının kendisi olduğunu kabul etmeyen egoist yaratık. Halbuki “ölümlü dünya” diye bir gerçek vardır bilirsiniz. Aslında öleceğimizi bile bile yaşıyoruz ama onu bile elimize yüzümüze bulaştırıyoruz.
Peki mutluyken ki o yüz ifadenizle mutsuzken ki yüz ifadeniz ne kadar farklı öyle değil mi? İşte bu bile bir başlangıç noktası. Bugünle dün, dün ile yarın bir mi? İllaki bir farklılık vardır. Yaşadığımız her şey gelip geçici neticede. Belki bir yıl önce olan kötü bir anıyı bile unuttuk. Hal böyleyken mutsuzluğa odaklanıp “mutluluk mutluluk” diye dolaşmamız niyedir? Belki farkında bile değiliz böyle davrandığımızın. Belki de dışarıdan bakanlara çok komik görünüyoruz bu nedenle. İşte bu yüzden bir şeylerin farkında olmak bile önemli.
Tabii bu kadar yazmışım ne kadarını yapabiliyorum derseniz burada anlattığım gibi kolay olmadığını söyleyebilirim. Zaten kelin merhemi olsa kendi başına sürermiş misali anlatmak kolay. Yine de hepimiz aynı duyguları yaşayan ölümlü varlıklarız. Geldik gidiyoruz. Dünya malı kimseye kalmıyor bildiğiniz gibi. Her şey geçiyor, değişiyor. Neler neler geçmedi ki öyle değil mi? Önemli olanın bize verilen vaktimizi verimli değerlendirmek olduğunu unutmadan, iyilikten ayrılmadan ve birbirimizi ötekileştirmeden yaşamak bilinciyle. Sonrasında mutluluk zaten kendiliğinden gelecektir. Ha bu arada unutmadan, sihirli formülü bilen varsa ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun.