Her yıl 8 Mart’ın Kadınlar Günü olarak kutlanması, 1857 tarihindeki ABD de tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçilerin başına gelen trajik bir olayı kaynak alarak;
Önce 1910 tarihinde Danimarka’daki Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, sonra 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansında daha sonra 1960’lı yılların sonunda ise Amerika Birleşik Devletleri’nde ve nihayetinde 1977 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir.
Görünen yüzü ile hep eşit şartlarda çalışmayan ve ezilen kadını konu alan sosyalist bir savunuculuk mevcut iken; sonrasında feminist bir yaklaşımla eşitlik adı altında kadını koruma adına bir yaklaşım sergilenmekte ve devamında, kadın-erkek arasında kavga meselesi ve yapılan cinsiyet ayrımcılığından öteye geçememiş olmanın yanında, işin hep ekonomik yüzü canlı tutulmuştur.
Kadın ve erkeği eşit gösterip, aynı şartlarda çalışmaya zorlayarak, kadına eziyet eden zihniyet doğal olarak kadın ve erkek ayrımına tam olarak vakıf olamadığından, böyle bir gün tertiplemesi normal iken; bizde kadına şiddet ile ilişkilendirilmesi ile empoze edilmesi, gösterilenin dışında gösterilmeyenin görülmesinin engellenmesi ile açıklamaya çalışmak anormal olsa gerek.
Bu günü kutlayan iş adamlarına hatta iş kadınlarına, fabrikalarındaki kadın çalışanları için, hangi şartlarda çalıştırıyorlar, hangi imkanları tanıyorlar yahut yasal haklarını kullanabiliyorlar mı? diye sorulmazken, mesajın direkt tabana verilip sanki kendileri çok değer veriyorlarmış gibi, kadın aşağılanıyor diye haber yapılması çok ilginçtir.
Kadına işkence birkaç kocanın haberlere çıkması mı? yoksa kadını eşitlik adına uygun olan ya da olmayan her alanda kadının çalıştırılması mı? ya da kadının hem canlı hem de ekonomik bir meta olarak görülmesi mi?
Yoksa onun kadınlık ruhunu elinden alıp sonra aile bünyesini bozarak, kreşlerde büyüyen çocuklarından kurulacak yeni bir nesil mi kadına özgürlük verecek ve toplumu yüceltecek?
Günümüz formunda, feminizmin el attığı bu olayda, kadına kadınlığını bırakmayan, onu kompleksten komplekse sokan ve erkeklerle yarış başı tutan tuhaf bir mantalite ile koruduğunu söylediği kadına, yapılan işkenceden bihaber bu toplum, bu konu ile ilgili asıl düşünmesi ve yapılması gereken şeyin ne olduğunun farkında mı?
Halbuki eşitlik için hem sayısal hem de özellik olarak aynı olmak lazım gelirken denk olmak için sayısal ifade yeterlidir. Denklik için aynı işi yapmaya da gerek yoktur. Birbirini tamamlayan kadın ve erkeğin görevleri farklı iken; bunu eşitlik adına aynı yapmak ikisini de yarım bırakmak olur.
Bin yüz yıl geçse de değişmeyecek bir gerçek var ki; hangi işte çalışırlarsa çalışsınlar, asla erkek olamayacak olan kadınlar, bu kompleksten kurtuldukları takdirde zaten erkeklere eşit olmak için uğraşmanın yersiz ve gereksiz olduğunu görecek ve üstün olduklarının farkına varacaklardır.
Bir başka açıdan baktığımızda, erkek egemen toplum söylemi en çok kadınlar tarafından söyleniyor ama, erkekleri de kadınların yetiştirdikleri unutuluyor. Her erkek aslında bir kadın olan annenin elinden çıkıyor ve diğer bir kadın olan eşiyle devam ediyor hayata.
Hasılı, 8 Mart ile çalışan kadınların gördüğü eziyetin anısına başlayan bu gün; bir eziyetten bin eziyete doğru yol olmakta ve hiçbir kadına çare olamamaktadır.
Resim kaynak:http://www.birgrupyazar.com/sekiz-mart-dunya-emekci-kadinlar-gunu/