İnsan, misafir olarak geldiği dünyayı ne yazık ki vatanı asliye olarak kavramaya başlayalı çok uzun zaman oldu. Geçici olanı ebedileştirdi. Emanetçi olduğu mala ortak oldu. Sahipliyken, sahibini ve yaratılış gerçeğini unutup kendi özüne yabancılaştı. Ortaya çıkan boşluğu doldurmak için de kendini ifade edecek sahte amaçlar ve araçlar üretti.
Sahte amaçlar, sahte ihtiyaçları; sahte ihtiyaçlarda sahte hayatlara sahip yeni bir tür meydana getirdi. Neticede dünyada tam(olgun, kâmil) insan olabilme yarışında beşer, insan olma kalıbının ve manevi bir oluşun dışında buldu kendini.
İnsan, beşer olunca kendisini sahip olduğu değerler ile değil de; malla, mülkle, makamla, mevkiyle ve kısaca dünyalıkla tanımlamaya ve tanıtmaya başladı. Reklamla üreticilerin mallarını tüketicilere pazarladıkları gibi, beşerin kendisini insan sıfatında pazarlamaya çalıştığı açık alan pazarına dönüştü dünyamız.
Beşer kendisini ne üzerinden ifade edip, tanımlıyorlarsa oradan bir satış sürecine giriyor demektir. Beşeri ifade eden şeyler ahlaki, manevi olgunluk değil de pazar ekonomisinin lokomotifi olan mal olunca, beşer de ne yazık ki bir tüketim ve dolgu malzemesine dönüşmekten kurtaramamaktadır kendisini.
Öyle ki, beşer pazarlayan sayısız sanal, sözde sosyal pazarlama ağları parmaklarımızın ucuna kadar düşmüştür. Bir tıklamayla kişilerin değerini ve kıymetini belirleyebilmekteyiz. Böylece onları sanal olan, gerçekliği olmayan bir hayatta tatmin veya duygusal yok olmaya mahkum edebilmekteyiz.
Sosyal ağlar, damarlarımızdaki sinsi bir virüs gibi hayatımızı, çevremizi ve var oluşumuzu kuşatmakta, sanki bizleri farklı bir mecrada varlık göstermeye zorlamaktadır. Bu yüzden ilişkilerimiz yapaylaşmakta, beğenilerimizi ihtiyaç şeytanı, arzu, tatmin ve haz canavarına her an kurban vermekteyiz.
Kendi putunu yiyen adamın hikayeleri gerçeğe dönüşmekte, sanal alemde yaratılmaya çalışılan dünyevi tatmin ve haz putu, alınan beğeni ve yorumlarla ya yüceltilmekte ya da beşer tarafından yenmektedir. Putçuluk şekil değiştirerek, dünyevi hırslarımız adında yeniden hortlamaktadır.
Mahremiyet duygusu ve özel alan kavramları yerle yeksan edilmekte, beşer kendisini ve eylemlerini kamunun beğenisine sunmayla, sahte tanımlayıcıların elinde ahlaki değerlerini ve sonuçta kendisini tüketmektedir.
Özel olan genelleşmiş; genelin beğeni ve ihtiyaçları üreticiler, reklamcılar, medya, siyaset, ekonomi, eğitim gibi kurumlar eliyle zorla bizlere zerk edilmeye başlanmıştır. Sonuçta sahte ihtiyaçların gölgesinde kendine, varlığına, Rabbine ve dahi asli ihtiyaçlarına yabancılaşmış (aline olmuş) bir nesil üretilmiştir.
Tüketim çılgınlığının çemberinden geçmeyen hiçbir değer, kavram, sembol, amaç ve hayat kalmamıştır. İnsan kendisini sanal ihtiyaçların ve aldatmacaların arasında kaybetmiş, bunun neticesinde de sanal olanı gerçeğe feda etmiştir. Ne yazıktır ki bunu da hakikat adına yaptığını iddia ederek daha büyük bir çıkmaza sürüklemiştir kendisini ve amellerini.
Bunu müşahhaslaştırırsak; amel defteri kavramı, Facebook ve benzerleri üzerinden tanımlanmaya başlanmış neredeyse. Kişinin inancı, beğenileri, istekleri, korkuları velhasılı duygu, düşünce ve eylemleri gün içinde sahte kitaplara kaydedilmektedir. Kişi amellerini burada paylaşmakta, yaptığı hayırları ve sözde savaşlarını buradan insanlara duyurmakta, aldığı değeni ve yorumlar üzerinden bir tatmin ve varoluş gerçekleştirmektedir.
Mahremiyet perdesi Facebook ve benzeri sanal araçlar üzerinden yırtılmakta, toplumun istek ve arzularına kurban edilmektedir. Bizler ne yazık ki bu alanlardaki işlemlerimizden dolayı hesaba çekilebileceğimizi dahi düşünmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmekteyiz.
Mahremiyet, özel alanın gizliliği duvarlarını yıkarak yaptığımızın teşhircilik olduğunu bir türlü dile getiremiyoruz. Bu mecralardan faydalandığımız halde, bunları kullanmanın yanlış olduğunu ifade etmeye çalışmak da içine düştüğümüz bir başka çıkmaz.
Bu tür ağların ve pazarlama araçlarının iyi taraflarını ön planı çıkarıp, arkasında yatan ideolojileri görememe basiretsizliği ne yazık ki, modern argümanlarla örtülmekte, modern ve çağdaş olma endişesinden dolayı toplumu deformize ettiği gözden kaçırılmaktadır. Kötünün içindeki iyinin peşinden koşmaktansa, iyinin içinde saklanan kötüyü açığa çıkarmak hepimizin görevi olmalıdır.
Kendimizi kime karşı borçlu ve şükran duyguları içinde hissediyorsak, o alanda faaliyet gösterdiğimizi unutmamalıyız. Sanallıktan kurtulup, gerçek hayatta gerçek işler ve eylemler yapmalıyız. Üretmeli, değişim ve dönüşüme emek harcamalıyız. Dünyayı daha yaşanır kılmak için hakikati ortaya koymalıyız.