Eğitim sistemi dendiğinde aklınıza ne geliyor?
Okul, öğrenci, öğretmen, kayıt parası, servis, kırtasiye malzemesi, yemek ve daha fazlası ise, sizin eğitim sistemiyle ilgili ciddi bir sorununuz yok demektir. Yukarıda yazılan problemleri bir şekilde hallederek sorunları sıfıra indirebilirsiniz.
Peki, bu şekilde problem biter mi? Eğitim sisteminin yaralarına merhem olur mu sizin çözümleriniz? Zannetmiyorum. Çünkü sorunun bir parçasına dokunmuş gibisiniz, ancak sorunun kaynağından bayağı uzak, sorunun kendisi değil de sorunun sonuçlarıyla ilintili problemler bunlar.
Eğitim sisteminin problemleri nedir sorusunu bir daha soralım ve sonuçlar üzerinden değil, nedenler üzerinden hareket etmeye çalışalım.
Evvela eğitim sistemimizin en temel problemi yönünün ve çıktısının belli olmamasıdır. Yani, hangi parametreler, değer, inanç, tutum ve bilim anlayışı üzerinden kurgulanmış bir eğitim sistemimiz var? Ne kadar geçmişle ilintili ve ne kadar gelecek kurgulayan bir sistem?
Sırtını hangi tarihsel, kültürel, sosyal ve bireysel var oluş değerleri üzerine inşa etmiş bir eğitim sistemi?
Seküler mi? Laik mi? Dindar mı? Sosyalist mi? Hümanist mi? Ve daha başka hangi –izm- üzerine kurulu bir sistem?
İkincisi, bu eğitim süreci sonunda nasıl bir birey, vatandaş, öğrenci ve fert çıktısı almak istiyorsunuz?
Modernitenin bastırdığı tek kutuplu, tek bakışlı, tek anlayışa sahip sistemi yücelten insan mı? Yoksa post modernitenin savunduğu her şeyi göreceli kılan, gerçeği kişiselleştiren, devlet ve sistemleri insanları sömüren ve bunlara karşı alternatifler geliştirmeyi var oluş olarak gören bir çıktı mı?
Yoksa büyük şirketlerin, fabrikaların ve atölyelerin eleman ihtiyacını karşılayacak, üretim mekanizması içinde sadece dişlinin bir çarkı olacak ve burası üzerinden kendini tanımlayacak kapitalizme hizmet eden bir çıktı mı?
Yoksa sadece ekmeğinin peşinde koşacak, bunları da yaparken etliye sütlüye karışmayacak, sorgulama ve tahkikten uzak bir yaşantıyı benimseyip, elindekiyle yetinmeyi cebri bir kader anlayışıyla harmanlayıp yoğuracak, cami, ev ve iş yeri arasında mekik dokuyan sanal dindar bir çıktı mı?
Yoksa ekonomik, sosyal, siyasal sisteme entegre edilen bir çıktı mı? Ya da yapıları sorgulayıp, değiştirip dönüştürmeyi kendine hedef belirleyen bir çıktı mı? İki çıktı arasında inanılmaz bir uçurum var. Birincisi statükoyu savunan, determinist, kaderci bir çıktı iken ikincisi var oluşu ve duruşu sürekli değiştirmeye çalışan daha iyiye gitmek için sınırlarını zorlayan, velut ilerici bir çıktı? Hangisi daha makbul ve makul?
Örneğin eğitim sisteminin öğretmeni nasıl olmalı? Bu öğretici hangi değer, inanç, tutum, algı ve bilim üzerinden kendini yetiştirmeli? Bunu kendine problem eden bir yükseköğretim kurumumuz var mı? Sosyal ve beşeri bilimleri hangi fikri olgunluk düzeyinden vereceksiniz? Kaç boyutlu olacak? Batıdan ve doğudan ne kadar beslenecek? Değerleri ve tutumları hangi felsefi veya teoloji üzerinden vereceksiniz?
Nasıl bir öğretmen istiyorsunuz, sorusu eğitimin kendisi kadar önemli. Bu kadar farklı dil, kültür, inanç, fikir ve düşüncenin olduğu bir coğrafyada tek boyutlu, tek bakışlı, tek katmanlı anlayışçı bir algı bizi nereye götürür? Farklılıkları varoluşsal bir sonuç olarak görüp, bu farklıkları zenginleştirmek ve buradan çıkacak fikir ve üretkenliği hangi eğitim sistemi üzerinden çoğaltabileceksiniz? Yoksa fabrika ürünü tek bakışlı, tek boyutlu, tek duyumlu, tek yürekli bir anlayış ile nasıl çeşitlilik üretebilir? Yoksa şunu da soralım; üretmeli miyiz?
Şimdi durup kendimizi gözden geçirmenin tam zamanıdır. Bizim gerçekten eğitim diye bir sorunumuz var mı yok mu?