Bazen kafamı toplamak istediğimde, hani bilirsiniz bir beş dakikalığına hayatın telaşesine ve serbestçe gelip geçen düşüncelere bir durup deyip ara vermek istediğimde, elime alırım kâğıdı ve kalemi ve tam o anda beş duyu organım ile duyumsadığım, hissettiğim, gözlemlediğim şeyleri yazarım. Yazamıyorsam da düşünürüm en azından, kısa bir süre de olsa fark etmek ve aslında hayret etmek isterim. Hayret günümüz insanında en az bulunan şeydir. Kimisi meditasyon yapar, kimisi başka türlü dinlendirir kendini, benim yöntemim de budur.
Bazen tam bulunduğumuz ana odaklanmak sanki uykunuzu alıp kendi kendinize uyandığınız anlar gibidir. Biraz taze demlenmiş çay gibidir.
İşte bir örnek:
Göz;
Uzun süredir ilk defa güneş yok bir öğlen vakti. Beyaz uzun perde hafifçe süzülüyor. Oda dağınık, duvarlar beyaz, tavan daha da beyaz. Masanın üstünde morun farklı tonlarında gerçeğe benzemesi için epey çaba harcanmış yapma çiçekler. Camdan kuşların uçtuğunu görüyorum. Bir bina, bir çatı, üstünde antenler. Rüzgâr var ama ağaç hareketsiz. Artık perde de sabit.
Kulak;
Karga sesleri. Komşu evlerin mutfaklarından gelen tabak çanak seslerini duyuyorum. Arada arabalar geçiyor uzaktan. Rüzgarın uğultusu. Kendi nefes alıp verişimi duyuyorum. Ve defterin üzerinde kalemin çıkardığı ses. Şimdi bir ambulans geçiyor. Kime gidiyor acaba, ya da kimi taşıyor? Karga hala garip garip ötüyor.
Burun;
Sonbahar kokusu. Sanki burnum tıkalı, pek bir koku duymuyorum. Biraz sabun belki, belki parfüm. Belki de uzun süredir burada olduğumdan koku alamıyorum, ama eminim karakteristik bir koku olmalı. Hani evde oturanlar dışında herkesin duyduğu her eve özgü bir koku vardır. Çok gariptir, herkes de farklı kokar, her yer de. Çoğu zaman tanımlamak zordur.
Dil;
Ağzımda kalan pek sevmediğim diş macunu tadı. Kahve içmek istiyorum.
Ten;
Soğuk.
Benim gibi sıcağı seven insanlar için kötü haber. Geçiş mevsimleri kıştan da beter. Uzun zamandır ilk defa kalın çoraplarımı giyiyorum ama hala üşüyorum. Kalem tutmaktan biraz elim acıyor. Ama bulunduğum yerde rahat hissediyorum. Oturduğum yer yumuşak. Bedenimde acı yok. Aslında tek tek bu manasız ayrıntıları yazabilmem de bundan olmalı. İnsan ufacık bir acı çekince, sadece ona odaklanır kalır. Ne çaresizdir… Ne kahve içmek ister canı, ne de kargaların sesini duyar.
İşte böyle hayat, aslında sadece ‘an’lardan ibaret ama ne uzundur aslında. Ve aslında ne de kısa.