Bitmek bilmeyen adeta bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ve bu yağmurun bazen ıslattığı, bazen kirlettiği, bazen temizlediği, bazen zorlaştırdığı, bazen kolaylaştırdığı, bazen güzelleştirdiği, bazen çirkinleştirdiği ama hep devinen, hep şiddeti artan bu yağmurun altındaki beş farklı kişinin ortak bir kader noktasındaki öyküleri… Tarık ile Filiz sarp ve toprak bir yolda arabalarıyla kaza yaparlar ve onları garip, heybetli ve gizemli bir adam bulup, mistik ve kendisi gibi gizemli bir avcı kulübesine götürür. Bu iki yolcu istemeden bu kulübede yağmurun gizlediği şeylere şahit olur.
Faruk Duman’ı henüz okumamış olmama rağmen “Sus Barbatus” isimli popüler kitabından biliyordum. Yazar Can Yayınları’ında editör yanılmıyorsam ve takip ettiğim için biliyorum, sosyal medyada da çok aktif. Aklımın bir köşesinde Duman’ın edebi dilini ve anlatım tarzını görmek için onun kitaplarına başlamak fikri vardı. Bu yüzden Köpekler İçin Gece Müziği kitabı elime geçince hemen okudum.
Kitap öncelikle ismiyle dikkat çekiyor. Oldukça özenle seçilmiş hem etkileyici ve merak uyandırıcı hem de bir noktada kitabı pazarlayan akıllıca bir isim olmuş. Kitabın içinden bu başlığı çıkarmak biraz zorlama olsa da kitabın içeriğine bir atıf da yok diyemem. Kitap 2014 yılında Can Yayınları’nın kaliteli baskısından çıkmış ve “Dünya Kitap Ödülü” ve “Necati Cumalı Edebiyat Ödülü”ne layık görülmüş.
Kitabı okumaya başladığımda ilk olarak doğa tasvirleri ilgimi çekti yazarın. Oldukça epik ve pastoral bir şekilde doğayı ayrıntılarıyla anlatıyordu. Aynı zamanda hayvanları anlatırken de aynı heyecanı ve çağıltıyı görmek mümkündü. Dili bana biraz Yaşar Kemal’i hatırlatsa da Yaşar Kemal’e göre daha ağdalı bir dil kullandığını söyleyebilirim yazarın. Yaşar Kemal’deki akıcı okumalar bu kitapta yer yer sekteye uğruyor ve düz bir yoldan ziyade bazen küçük engebelerle yavaşlıyorsunuz. Çoğu kişinin yazarın edebi dilini zor bulduklarını okudum fakat bu kitabı için bunu kendi açımdan söyleyemem. Her ne kadar okuma akışkanlığı yer yer değişse de yazarın dili anlaşılır ve keyifli bir dil. Özellikle yerel kelimeleri daha doğrusu doğadan yansıyan kelimeleri yer yer kullanması cümlelere farklı bir tat katmış diyebilirim.
Her ne kadar kitabın anlatım dilini beğenmiş olsam da bazı yerlerde büyük harflerle cümlelerin yazılmasının okuyucuya bir etkide bulunduğunu veya anlamı güçlendirdiğini düşünmüyorum. Kitabın bir pazarlama yönünün olduğunu hissettim demiştim ki, bu durum da bu etkiyi vermiş kitaba. Bu tarz oynamaların okuyucuyu edebiyat malzemelerinin dışına çıkarak yönlendirmek olduğunu düşünüyorum ve doğru bulmuyorum. Ferid Edgü’ün değerlendirdiğim bazı kitaplarında da bu tarz bir yaklaşım vardı. Cümlelerin her biri bağımsız olarak adeta bir beyit gibi sıralanıyordu. Bu cümleler eğer ardı ardına sıralansaydı daha mı az keyif alırdım? Sanmıyorum. Bu tarz hareketler beni pek etkilemiyor. Yine bazı şiirlerde de görürüz bunu. Bunun bir sunum efektinden başka bir şey olmadığını düşünüyorum.
Kitabın en sevdiğim yanı atmosferiydi. Gerçekten o yağmurun hiç durmadığı ve gerilimin hep devam ettiği, karanlık atmosferi hissettim diyebilirim. Diğer yandan kitaptaki karakterleri özgün ve gerçek bulmadım. Daha ziyade fantastik karakterler izlenimi verdiler bana. Kazazedeler daha normal görünmelerine rağmen pek derinleşememiş karton karakterlerdi diyebilirim. Kitapta eleştirdiğim bir nokta da Murat isimli çocuk karakterinin konuşmalarıydı. Çocuk konuştuğunda biz yazarı dinledik veya aynı konuşmayı gizemli avcı karakterine diyalog olarak eklesek hiç fark edilmezdi. Murat konuştuğunda biraz daha o çocuk dünyasını hissetmek istedim ama bir yetişkindi konuşan.
Kitabın konusu veya anlattığı şey sadece yazarı bağlar tabi. Yani yazar istediği konuyu istediği şekilde anlatmakta özgürdür ve bunu başardıysa o kitap olmuştur. Fakat herkes de her yazarın anlattığı konuyu ve anlatım şeklini beğenmek zorunda değildir. Bunu belirttikten sonra şunu söylemeliyim ki, kitabın sonlarına kadar kendime sürekli “bu kitap ne anlatıyor, olay ne” diye sordum durdum. Kitap boyunca kitabın sonunda düğümlenen ve okuru sürekli o sona hazırlayan bir durum da yoktu. Kitabı okurken cümle ve tasvir keyfinden başka bir tat vermedi bana yani bir olay veya kurgu hazzı alamadım. Kitap sonlarına doğru zorlama bir Avcı ve çocuk öyküsüne dönüştü. Tarık ve Filiz’in bu yaşananlar karşısındaki durumu ve bu kazanın onların hayatında ve kişiliğinde ne gibi yansımaları oldu bunlara dair bir şey yoktu kitapta. Avcı’nın eşi karakteri gizemi beslemek adına yine zorlama bir gerilim filmi karakteri gibi geldi bana. Genelde Cengiz Aytmatov romanlarından alışkın olduğum efsane ve gerçeğin içi içe geçtiği anlatılar vardır. Bu kitapta da Hz. Hızır bu fantastik atmosferi beslemesi için yer almış fakat romanda bir etkiye sebep olmamış. Avcının karısının anlattığı öyküyle daha çok vurgulanmak istenen bu durum eğreti kalmış diyebilirim.
Kitap tüm eleştirilerime rağmen okuması keyifli ve dili ustalıkla oluşturulmuş olarak ortada duruyor. Tasvirler etkileyici. Özellikle şahane atmosferi için bile olsa okunmayı hak eden bir kitap. Faruk Duman’la bu kitapla tanışmak benim açımdan biraz talihsizlik oldu sanırım çünkü beklentim baya yüksekti işin açığı. Aldığı prestijli ödüllere rağmen güçlü bir kitap olduğunu düşünemedim bu kitabın. Yazarın tüm kitaplarını okumayı düşünüyorum. Sizlere de bu kitabı okunmanızı tavsiye ediyorum. Yaşar Kemal lezzeti, Cengiz Aytmatov kokusu almak ve Faruk Duman’ın etkileyici dünyasına girmek için…