Sanki İçimizden Biri: O

*Yazı, “Parazit” filmiyle ilgili, filmi izlemeyenler için keyifsiz detaylar içerebilir.

“Parazit” filminde, zengin ev sahiplerinin evde olmadığı ve çalışanların keyif yaptığı bir sahne var. Bu keyifli sahnede, hizmetli kadın ve erkeğin aralarında geçen muhabbet şu şekilde:

Erkek: Oyunculuk neyse de bu aile fazla keriz değil mi?

Kadın: Özellikle de kadın.

Erkek: Doğru diyorsun. Çok saf ve iyi biri. Zengin ama iyi biri.

Kadın: “Zengin ama iyi” değil. Zengin olduğu için iyi…

Bu mükemmel diyalog bizi düşünceden düşünceye, dertten derde, konuşmadan konuşmaya saldı. Bir o yana, bir bu yana gittik gittik geldik. Zenginlikten gelen iyilik neydi? Zenginliği yüzünden/sayesinde iyi olmak ne demekti? İyilik nedir?…  Ne demekse demek. Dünya bir toz bulutuydu döne döne soğudu falandan başlamayacağız. Orada burada anlatılan hikayeler var. Bunlar, eşi benzeri çok bulunan, yine de bir tuhaf anlatılardır. Onlardan başlayacağız, oralarda takılacağız. Şehir efsanesi derler ya! Hah! işte aynen ondan. Bunlar kimin hikayesi belli de değildir esasında. O’nun diyelim biz kısaca. Hikayelere baktığımızda hep bir öteki vardır aslında. O da hikayededir ama hiçbir zaman ikisinin ortak hikayesi değildir. Olamayacaktır da… Çok dolanmadan, meramımıza size de tanıdık gelecek şu öyküyle giriş yapalım: Dursun, Temel, İdris bir uçağa binmişler. Şaka şaka. Böyle değil. Şöyle:

Ne hikmetse genelde şehir dışı bağlantılı çok mühim işleri olur. Yaptıkları iş, çalıştıkları pozisyon ne olursa olsun her zaman çok mühimdir. Günlük hayatında asla uğramayacağı yerlerde işi dolayısıyla bulunmak durumunda kalmıştır. Bu olay da seyrine uygun bir şekilde, kendi doğal alanından fersah fersah uzakta, kuş uçmaz kervan geçmez, izbe bir sokakta başına gelmiştir. İşini bitirmiş kendini düşünerek zaman öldürürken, -ki incir çekirdeğini doldurmayacak bir iç sıkıntısı muhakkak vardır- sokakta yardıma muhtaç bir kişi görür. Ne olduğunu öğrenir öğrenmez, ikiletmeden hemen bir markete girer ve alışverişini yapar. Ne var ne yok doldurur. Taksi parasına kadar verir ve yoluna devam eder. Bu kadar. Tövbe Bismillah! Cinlenmiş misali bakışı ve konuya girişi bize bir ciddiyet vermişti oysa. Takılmadan devam eder. Fazla açılmadan sürdürür ne kadar da düşünceli olduğunu gösteren, iyilik saçan, içimizi kemiren ay pardon! ısıtan hikayelerini anlatmayı. Evini temizleyen kadından çok memnundur. Kadın sağ olsun her işine kendi işiymiş gibi koşar. Kadın yapar her işi yapmasına da, o müsaade etmez. Sildirmez camları mesela. Düşebilir. O kadar da değil. Canını mı alsın? Alırmış gibi yapacak o kadar. Onun hayatta tuttuğu yer tam da budur esasında: “Mış” gibi yapmak. Hah! Çok iyi oldu. Bu hikayeyi çok iyi hatırladık. Rolünü de aradan çıkarmış olduk böylece. Öldürmeyecek, süründürecek babasının hayırlı evladı. Hayattaki görevi, hayata bakış açısı, onun bir özelliğidir bu. Aynen iyiliği gibi. Yazımızın çıkış noktası, başımızın tacı, hikayemizin ana teması olan bu iyilik zaman zaman o kadar büyür ki, “Simyacı”daki ‘Kişisel Menkıbe’yle boy ölçüştürülmüşlüğü dahi vardır. La Havle! Neyse dağılmayalım, devam edelim. Ağır mevzulardan bahsediyoruz burada. Çocuk işçiliği mesela. Yufkalığına harika yaraşan başka bir hikayedir. Yalnız çocuğu ve işçiliği asla yan yana zikrettiği görülmemiştir. Çocuğu arada zikreder “baby shower” falan ama işçinin hiç şansı yoktur. Bu durum için de herhangi bir adım atmaz. Bunun da burnunun dibine kadar gelmesini bekler: Çocuklardan mendil alır. Bilmem kaç liralık çantasından bir beş lira çıkarır ve garsonlar çocuğu mekandan itelemeden önce yavaşça uzatır parayı; bu görüntünün en büyük sebeplerinden biri. Biz de sese kulak veririz: çıt! Kapatır yılan derisi cüzdanını. Üzerine konuşmadan şöyle bir bakar etrafına ve gün içerisinde genelde kendisiyle meşgul olan aklı rahatça açılır: “Ben vejetaryen olmaya karar verdim.” Bir hışım sebepler sıralanır: Ben, ben, ben… Peki bu konu aklına nereden ve nasıl gelmiştir? Bu noktayı aydınlatmaya çalışalım. Mendil satan çocuğu gördüğünde hayvanların da birer çocuk olduğu mu aklına geldi acaba?  Ay! yok artık. Tam o esnada masaya yanaşıp altmış liralık tavuklu makarna tabağını alan garson mu bir çağrışımda bulundu ki? Tuhaf. Neyse, yorumdan ve yargıdan kaçınıp devam edelim. İyilik yap denize at kolay mı? Değil. Özellikle kendisiyle ilgili olan olağanüstü çabalarının sonucunda çok yorulmuştur. El insaf yani. Herhalde! Asfalt görmez, bir taksiden bir taksiye; bir özel araçtan diğerine hoppidi hoppidi! koşan ayaklarının en nihayetinde sakinliğe ihtiyacı vardır. Nasıl dinlenileceğinin en az 1 hafta süren çabalar sonucunda planlandığı, güzel bir yaz tatili anasının ak sütü gibi helaldir.  Nerede ne yenir, ne içilir, nerelere günün hangi saatinde gidilir? Hepsinin ayarlandığı bir tatil için bavul hazırlığına girişilir. Aynı işleve sahip bir sürü kıyafetin arasından seçim şu şekilde yapılır: “Bunu almayayım yanıma. Bunla çekilmiş, sosyal medyada paylaştığım fotoğraflarım var.”  

Kırkından sonra amcam çeker halayı. Amcamın zamanında halay mı vardı?”[1]  Ay! çok pardon bizde ne akıl kaldı ne şey…Anlaşıldığı üzere üstüne başına, giyimine haddinden fazla önem verir. Sanırsınız bürokrat. Sanırsınız dük. Bir sanmayın siz de hemen bir şey. Bir durun lütfen! Bakın şimdi ne geliyor: Eskidiğini düşündüğü kıyafetlerini, işe yaramaz gördüklerini, -modası da geçmiş denebilir- elinde tutmaz. Hemen atar; yani paylaşır. Oysa zenginler atmaz. Ne kıyafet ne de başka bir şeyi. Elinde tutar, biriktirir. Vakti gelince kullanır. Kullanmasa da sergiler. Anlayacağınız üzere zengin de değildir. Öykünür durur… Nicesinin burada yer alamayacağı, -bavulu kapattık, halayı çektik- bin bir çeşit iyilik dolu, sayısız, yazdıkça esinlendiğimiz, hikayeler nereden çıkıyor peki? Çok da şey değil aslında; içimizden birileri işte.

Parazit”le açtık onunla bitirelim. Filmin sonlarına doğru şiddetli bir doğum günü sahnesi var. Bizim yazının başından beri anlattığımız hikayelerdeki adı asla zikredilmeyenin görüldüğü anlardır bir nevi. Ötekinin hikayesi de denebilir. Öyle bir anlatır ki o sahnede; kıra döke, kanlı revanlı, yıka saça… İşte onu aşırı bulur ‘bizim’ hikayeci. Filme uymadığı, fazla kaçtığı, gidişatı bozduğu yönünde eleştirir. Doğrudur. O, bunu hiçbir zaman anlayamayacaktır; çünkü hayatı boyunca ezilme ve çatışma yaşamamıştır. O öfkeye hiçbir zaman sahip olamayacaktır ve yardımcı da…

Öyle birileridir işte onlar, çıt!


[1] Müzisyen Serdar Ortaç’ın “Yar Diye Diye” parçasında geçen şarkı sözüdür.

Son Yazılar

Edebiyat ve sinemayla yakından ilgili. Kendini bildi bileli kadın hareketine yönelik araştırmalarda ve katılımlarda. Vejetaryen ve hayvan hakları savunucusu olma yolunda hızla ilerliyor.