Fazla uzatmayacağım. Bu hikayeyi cenaze namazı kadar
kısa tutacağım.
İlk önce eşi gördü düşüşü. Sonra oğulları tek tek sigaraya başladı. Sanırım yarım saat sonra annemin ve teyzemlerin haberi oldu. Sonra babamın. Sonradan öğrendik ki babam yolda kaza yapmış ama bunun şu an için bir önemi yoktu. Sonra amcamın haberi oldu. Sonra kuzenler. Ben ve en son annesi öğrendi. Tansiyon yükseldi. Birkaç damla damlatıldı gözlere, sigaralar oksijen niyetine serumlara takıldı. Müşahede altına alındıktan sabah ezanına doğru net bir haber yayıldı. İlk önce eşi duydu. Bu sefer oğulları duyamadı çünkü hepsi sigara içiyordu. Annem, teyzem ve daha sonra babam duydu. Sonra herkes evlere dağıldı.
Sonra bizim evde bir tava çıktı ortaya… Sonra tencere, karamelize şekerle birlikte süt karıştırıldı ve irmik ile tereyağı kavga ettirildi. Onları yiyip ayıranlar biz olduk. Herkes bir evdeydi. Kapının önünde her çeşit marka ayakkabı ve sandalet vardı. Onlara bakarak hangi mevsimde olduğumuzu anlıyordum. Ev ikiye bölünmüştü. Her zamanki gibi kadınlar, erkekler ikiye bölünmüştü. Kadınlar erkeklere göre daha duygusaldı bu konuda derler. Oysa erkekler başka konulardan bahsederek içinde bulundukları acıdan böyle arınıyorlardı. Bu durumu da en çok çocuklar tercih ediyordu. Ayaklarından ayrılmıyorlardı. Zil çalmıyordu. Eğlenceye yer yoktu. Gülmek tebessümden ibaretti. Diş göstermek yasaktı. Kafalar kapalı, bilekler örtülü, erkek ve kadın sesleri birbirine karışmamalıydı. Bahşişe dayalı arapça şeyler okunuyordu. Bu durumdan kimisi memnun kalacak kimisi şikâyet edecekti. Daha sonra helva dağıtıp merhum gibi tatlı olmuş diyeceklerdi. Ardından mide dolumu için pide yanında ayran…
Ananem sürekli ağlamakla görevliydi. Ağlamak isteyenler onu görüp gözyaşlarına eşlik ediyorlardı. Annem daha çok ayak işleriyle uğraşıyordu. Babam susmayı tercih ediyordu. Ben sigara içenleri izlemeyi, katıldığım bu ilk cenazede neler konuşuluyor onu merak ediyordum. Bu yüzden evin her tarafına ayak basıyordum. 14 yaşındaydım ve ölüme olan saygıdan bir haberdim. Bağırarak konuşan, birilerini güldürmeye çalışan, olup olmadık zamanda şarkı söyleyen, evcilik oynayan var mı diye odaları kontrol eden, işin kısası yaramaz bir çocuktum. Kabıma sığmıyordum ve bulunduğum ortamdan gittikçe haz almaya başlıyordum. Çünkü omuzların bu kadar birbirine yakın olduğu bu ortamda herkes buradaydı ve böyle olmalarının benimle hiçbir ilgisi yoktu. Hiçbir zaman aileme bir ölü evinde nasıl olmalıyım diye sormadım. Sorsaydım da böyle bir ortamdan bahsedeceklerini zannetmiyorum.
dayımın kuşları vardı. en çok beyazları severdi. bir keresinde nasıl takla attığını göstermişti bize. ne yalan söyleyeyim onun kadar heyecanlanmadım. Ama onu bir görseniz… şimdi bu evde bu kadar insan yerine o güvercinler olmalı. beyaz ve takla… bu yüzden burası bana hiç mantıklı gelmiyor. dayımın tek başına orada öyle yatmasını kabul edemiyorum.
şimdi nerede o kuşların?
toprak atma görevi bana geldiğinde küreğin ucuna beyaz bir güvercin…
Hakkımız helal…