Erasmus deneyimini Fransa’nın Yukarı Normandiya Bölgesi’nde konumlanan, ufak ve organize bünyesi sayesinde bir ucundan diğerine yürüyerek gezilebilen şehir Rouen’da tattım. Sen Nehri (La Seine) tarafından tıpkı Paris gibi ortadan ikiye bölünen bu “hayalet şehir”, atılan her adımda gotik mimarisiyle cezbedici perdeyi aralıyor. Ayrıca hızlı bir görsel tarama yapıp lokal halkın yaşadığı evlerle diğer pek çok yapının da dış cephesine göz gezdirirseniz, birilerinin bu evlerin duvarlarında XOX oynadığına ikna olursunuz. Çocuklardaki düş zenginliğine sahip yetişkinlerin üstlerine renk renk asimetrik çizgiler çizdiği bu adeta pastel boyadan evleri görmek göz zevkini arşa ulaştırabilir, dikkat dikkat!
Ah, düşler alemi demişken:
Hansel ve Gretel masalı birçok kişi tarafından okunmuş, duyulmuştur. Hayal edin ki etrafta görebildiğiniz pek çok pasta ev mevcut Rouen’da. Pastel boyalar ve pastalar! Üstelik grinin her tonundan bir gökyüzüne dokunarak…
Ortaçağ’dan bizlere süregelen bakımlı bir miras bu. Fakat aynı zamanda da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra harap olmuş ve kısım kısım yenilenmiş, kısım kısım doğal bir tarih müzesine dönüştürülerek dokunulmamış. Anlayacağınız pastalar ve enkazlar hep bir arada. Bu yönüyle hem çocuklara hem de büyüklere hitap etmekte üzerine yok. Büyükler için lezzetli baget atıştırmalıklar, deniz ürünleri ve kırmızı etler; çocuklar içinse sokakta yapımını izleyebildiğiniz krepler, tatlılar ve yine yeni yeniden tatlılar! Size benden bir sır: ne sebzelere yaklaşın, ne meyvelerden medet umun! Güneşli gün sayısı az olan hangi ülkede bulunduysam her defasında et ve tatlıları güzel olurken sebze ve meyveleri hayallerimden aldı götürdü. Ancak geri kalan gıdalar; etler, mezeler, şaraplar, tatlı ve tuzlular bireysel onayımdan geçti. Özellikle de o sofraya şölen eşliğinde gelen taptaze midye ve istiridyeler.
Nasıl? Kendinizi bir an için orada hayal edebildiniz mi? Öyleyse şunu da unutmamalı, her kuzey bölgede olduğu gibi burası da gri bir iklim. Haliyle ve ne yazık ki, hayalleri aydınlık günlerde geçenler buraya sığamayabilir.
Kimimize muhtemelen bu gri düşünce huzurlu gelir. Ama kendim için umduğumdan farklı geliştiğini söylemeliyim. Belki güneylerden birinden seçeceğim bir iklimde, o iklimin sıcacık insanlarıyla geçen 5 koca ay benim için daha benzersiz olurdu. Kim bilebilir. Ama ne olursa olsun, ortalama depresif geçen 1 ayı dışarıda tutarsam her anısıyla tekrar tekrar yaşanılasıydı. Kaldı ki genç olmak dediğimiz, yer yer depresyon içermiyor olsaydı bunda bir aksilik aranırdı. Şimdiye dek bir an için evrenin her köşesinden kendisine düşman ordusu gönderildiğini iddia etmeyen bir gençdaşımı daha tanımadım. Bir zamanlar isyan etmiş olmak, sonraları toyluğumuzu hafızalarda gülümsemeye çevirerek unutulmaz kılar. Tekrarlanası olmasa da, hafızayı bomboş bir levha olarak bırakmaktan her zaman iyi gibidir.