Müslümanlığın Sadık Bekçileri; Nakşî Şeyhlerinin Kişilikleri ve Bilgi Düzeyleri

MKişiliği, özet olarak şöyle tanımlayabiliriz: Bir kimseyi, toplumun ve insanlık ailesinin ferdi olarak ifade eden özelliklerin ve niteliklerin tamamına birden kişilik (eski dille: şahsiyet) denir. Bu da kişinin, ancak sergilediği davranış biçimleriyle anlaşılabilir.

Yapılanmasında etkin olan sebeplerin ve olayların yapıcı veya yıkıcı olmasına göre kişilik, zamanla belli özellikler kazanır.  Bebeklik günlerinden itibaren aile içi ilişkiler, çevre şartları ve eğitim gibi faktörler bu oluşumu -genetik karaktere ekleyerek- belirler. Uzmanlara göre bunun zamansal süresi en geç ilk yedi yıldır. Kişiliğin kalitesi, bunlara göre belli bir karakter ve mizaç üzerinde -geri dönüşsüz olarak- karar kılar, stabil hale gelir. Ancak eğitim, seyahatler, maceralar, ekmek parası için çabalar, acılar ve sevinçler gibi yaşanan hayat olaylarıyla edinilen deneyimler, çocukluk döneminden sonra da kişiliği bir süre daha etkileyebilir.

Bu bilgilerin ışığında bir Nakşbendî şeyhinin kişiliğini araştırdığımızda ilginç sonuçlar elde ederiz. Örneğin -çağımızdaki- şeyhler, özellikle Arap ve Kürt kökenli şeyhler; -çoğunlukla belli aristokrat kesim içinden sivriliyor olsalar bile- sıradan ailelerin çocukları da bu statüye sahip olduklarında kalabalıklar tarafından sarılır ve olağanüstü bir saygıyla karşılanırlar. Bunlardan bazıları çok ünlenebilirler, fakat hemen hepsi de abartılı bir saygı görürler. Ne var ki bu saygı, onların daha önce yaşadığı çelişkilerin kalıcı izlerini silemez. Tam tersine bu izleri daha derinleştirir ve daha kalıcı hale getirir. Bu ilgiyle, eğitimcileri, pedagogları ve özellikle psikiyatri uzmanlarını ilgilendiren bir gerçeği, (hatta bir sırrı), burada açıklamak büyük önem taşır: Çocuğun, fıtrî düşünme melekesini zedeleyen telkinler, -dejenere olmuş hemen hiçbir aile içinde bile gözlemlenemeyecek kadar- bir Nakşbendî ailesi ortamında yıkıcı etkiler bırakır; onun tefekkür ve akletme karakterinde hasara neden olur; muhakemesindeki dengeyi bozar! Ne yazık ki bu izlerin birçoğu kalıcıdır. Onun için bu akımın etkisinden sıyrılabilmiş ve bu zümre ile ilişkilerini sonlandırmış şeyhlerin sayısı son derece azdır. İnsânî hizmet kurumlarının ve ahlâksızlıkla mücadeleyi idealize etmiş kişi ve organizasyonların, evrensel değerleri koruma adına bu önemli bilgiyi bir uyarı olarak algılamaları gerekir.

Bir Nakşbendî şeyh ailesinin, biri dışa dönük, öbürü ise dışa tamamen kapalı iki yüzü vardır. Birincisinde yapay bir vakâr ve sevecenlik havası hakimdir. Bu cepheyi seyreden duygusal her insan, şeyhin -kedisine varıncaya kadar- hanesine ait her şeyi kutsal görür. Ailenin kapalı ortamına gelince burada şiddet yoktur, fakat olağanüstü bir katı kurallar zinciri uygulanır. Çocuk bu ortamda (fizik bir refahın cehenneminde) tavizsiz uygulama süreçleri boyunca özel bir kalıba dökülür. Bu nedenle halinden memnun bir şekilde muhakeme yeteneğini kısmen yitirir. Karşılaştırma mekanizmasını -ancak inandırıldığı doğrultuda- işletmeye alıştırılır. Böylece -sübjektif ve irrasyonel bir açıklama edebiyatıyla- kendini ve inançlarını sunma alışkanlığını kazanır. Kur’an, Sünnet, mantık ve evrensel kriterler bu edebiyatta yer almazlar. Bu, çok özel bir savunma sistemidir ve onun ileride statüsünü korumaya yarayacaktır.

1200-1500 yılları arasındaki Hâcegân ve Nakşî şeyhleri, (Yesevî ve Ahrar gibi istisnalar hariç) çok sıradan birer kişiliğe sahip idiler. Çarşı Pazarda halk arasında gezer, yol kenarlarında oturur, herkesle haşir neşir olurlardı. Aralarında, üfürükçülük yapan; meyve, kilden kap kacak ve attariye satanlar da vardı. Şeyh olmadan önce güreşçilik yamış biri, cellât olarak görev almış olan biri bile vardı. Nakşbendî şeyhlerinde din adamlığı sıfatı Rabbânî ile, saltanat hayatı ise 1800’lerin başında, Hâlid-i Bağdâdî ile başlar.    

Nakşbendî, Şeyh adayları, son 200 yıldan beridir (çok ileri düzeylerde değil, fakat) bir süre geleneksel medrese eğitimi görürler. (Bu eğitimin süreçleri ve müfredatı hakkında, aşağıda yeterli bilgiler verilecektir.) Ancak, şeyh olabilmek için tabi tutuldukları tasavvuf terbiyesi, yani (özel bir tabirle) “Seyr-u süluk” uygulaması, onları (aile içi eğitimlerinde) yaşadıkları şartlandırılmaya ek olarak köklü şekilde yönlendirir, duygusallaştırır ve mistikleştirir. İşte bu evrenin sonundadır ki aday, artık (haşaa!) “Allah’ın içine girmiş olduğuna ve O’nunla bütünleşmiş bulunduğuna” inanır! Açık söylemek gerikirse; «İmansız evliyalık kurumu» bu şekilde yapılandırılmıştır. Bu yola girmiş bulunan şeyh adayı, mezun edildiği bu olaydan sonra, insanlar arasında üç farklı kişilik olarak rolünü sürdürür.

1) Kendisini mezun eden şeyhine karşı inancı, davranışları ve tutumu olağanüstü bir alçak gönüllük içinde kendini dışa vurur. Bunun en çarpıcı örneğini Hâlid-i Bağdâdî vermiştir. Onun «Ben Sâdâtın köpeklerindenim» sözü meşhurdur.[1]

2) Emsallerine karşı (eğer elit şeyhlerden değilse)[2]tutumu nötrdür; genelde kendini onlarla eşit görür.[3] Fakat stratejik bir yöntemle, onlarla yarışır.

3) “Evliya”dan başka her şeyi «dûn», yani (sıradan) sayarlar. İnsanlık, onlara göre iki dünyadan ibarettir: Bilinçli âlem (evliyalar âlemi); bilinçsiz âlem. Evliyanın dışındaki bütün insanlar bu âleme dahildir. “Bu dünya, bir gaflet âlemidir”. Şeyhlere göre, küfür iman ayırımı yoktur. Çünkü tasavvufta suç ve ceza olmadığı için küfür (yani kâfir olmak) diye bir durum da yoktur. İnsan için ancak: gaflet, mücâhede, sahv, sekr. Fenâ ve bekâ süreçleri söz konusu olabilir. Bu süreçleri izleyerek “sahv” aşamasını atlayanlar hariç, (bütün İslam âlimleri de dahil) geriye kalan insanların tamamı gaflet dünyasında kalırlar. Bu âlemdeki insanlar, “Allah’ın birer parçası olduklarından” habersizdirler. Şeyh kendini bu dünyanın rehberi olarak görür. Bu dünyadan gelen saygıyı (tapınmayı) zorunlu görür. Çünkü ona göre kendisi Allah’ın en değerli parçalarından biridir. Şeyh-mürîd ilişkisi, temelde bu inanç üzerinde kurulur.[4]

Nakşî şeyhleri mahalli kültürün etkisinde de kalırlar. Nitekim Kürt, Arap ve Türk muhitlerindeki şeyhlerin görgü düzeyleri ve davranış biçimleri arasında önemli farklar görülmüştür. Türk Şeyhleri, insanlarla olan ilişkilerinde özel protokollere uyarlarken Kürt ve Arap kökenli şeyhler bu incelikleri dikkate almazlar. Türk şeyhleri daha görgülü ve disiplinlidirler. Örneğin, giyimleri ve davranış biçimleri daha muntazamdır. Temizliğe çok dikkat ederler. Kürt ve Arap kökenli şeyhlerde, bu hususlarda (geçmişi olan) bazı kusurlar vardı. Fakat iktidarlar bu şahıslardan yararlanabilmek için son elli yıldır derin yapıları görevlendirince, özellikle (albay ve general düzeyinde) emekli askerlerden gizli danışmanlar bu şeyhlere (mürîd sıfatıyla) sokuldular ve onlara (kapalı kapılar ardında) çeki düzen verdiler.

Nakşbendî şeyhlerini rejime yararlı birer güç kaynağı haline getirmek için; Türk siyaset dünyasının üst aklı, 1950 yılından bu yana önemli gizli projeler hazırladı ve hayata geçirildi. Bu suretle şeyhlerde homojen bir kişilik profili oluştu. Bu doğrultuda geliştirilen politikalarla -belirlenen derin danışmanların önerdiği- şeyhler üzerinde daha çok duruldu. Cazibelerini artırmak için onlara gizlice talimatlar bile verildi! Bunlardan Kürt ve Arap kökenli şeyhlerin görgü ve davranış kusurları (örtülü yollarla!) düzeltildi. Örneğin, Kürt ve Arap kökenli Nakşbendî şeyhleri giyimlerinde renk uyumuna dikkat etmezlerdi; sarıklarını gelişigüzel sararlardı; sigara kullanırlardı. Bu yüzden tütün kokarlardı, sakal ve bıyıkları da nikotinden sarıya boyanırdı; ziyaretçilerinin karşısında elleriyle sıkça sakallarını sıvazlarlardı… Daha kötüsü; işaret parmaklarını burun deliklerine sokarak kurumuş atıkları çıkarıp önlerindeki kül tabağına fiskeleyerek fırlatırlardı. Camilerin içinde mollalarıyla ve misafir emsalleriyele satranç oynanları bile vardı. 

Büyük oy potansiyeline sahip bulunan bir şeyhi düzeltmek ve ona çekicilik kazandırmak için görevlendirilen (derin) bir albay, “özel girişimleri” ile ona çeki düzen vermeyi başardı. Bu şeyhin halefleri artık Türk din adamları gibi giyinmeye ve parfüm kullanmaya başladılar.

Şeyhlerin bilgi düzlerine gelince bunlar, klâsik ortaçağ medrese geleneğine uyarak (şeyhliğe aday oldukları günlerde) iki ilâ dört yıl arasında değişen bir eğitim alırlar. (halk çocukları ise bu medreselerde 5-6 yıl kadar eğitim görürler.) Şeyhlik makamına aday olduklarını düşünerek bu kadarla yetinirler. Çevrenin inançlarına yabancı kalmamak için buna katlanırlar. Çünkü bu makama geçmeyi başarınca, ileride kendilerine birtakım dinî sorular yöneltilecektir. Onlar her ne kadar “sıradan insanlarla muhatap olmayacak ve” bu soruları yanıtlamak durumunda kalmayacak olsalar bile, görevlendirecekleri mollalara meseleleri havale etmek için özel bir terminoloji kullanmak zorunda kalacaklarından bu eğitimi alırlar. Fakat bunların aydınlanabildiğini söylemek doğruyu yansıtmayacaktır. Aksine hiç eğitim görmemiş bir köylü, bunlara göre dünya olaylarından daha çok haberderdır. Çünkü hemen hiç bir şeyh gazete okumaz, TV. Seyretmez ve medyayı izlemez. Bunların arasında bilgisayar ve internet kullanan hemen hiç kimse de yoktur.

Hasbelkader Nakşbendî şeyhi olmaya aday her çocuk, istisnanısz bu tarikata bağlı çevre içinde doğar ve yetişir. Onun için çocukluk çağından itibaren eğitim göreceği yer medresedir. Onun okuduğu ve öğrendiği şeyler ise -bu kurumun yüzyıllardır değişmemiş olan standart müfredatı çerçevesinde- çok sınırlıdır. Çünkü Türkiye’de faaliyet gösteren gerek Nizâmiye’nin devamı olan- Kürt medreseleri, gerekse Osmanlı Türk medreseleri oldukça köhnedirler ve birbirinden pek farkları da yoktur. Tevhid-i Tedrisat yasası bunları ortadan kaldıramamıştır. Çok partili dönemde ise hiç bir hükûmet bunlara dokunmamış, dokunmak da istememiştir. Çünük Milli Türk Müslümanlığının, Tarikatçılığın ve Mezhepçiliğin yaşatılması için bu medreselere (zımnen) ihtiyaç duyulmuştur. Hatta bunun gizli bir devlet politikası haline getirildiğini bile söylemek yanlış olmaz.

Bu medreselerde ağırlıklı olarak Arap dil grameri (Sarf ve Hahuw)[5], Arap dil Edebiyatı, Wad’, -çevrenin mezhebine göre- Hanefi ve Şafii Fıkhı, Hadis, Tefsir, Akaid ve Kelâm okutulur. Ayrıca st düzey öğrencilere- Aristo mantığı dersi de verilir. Fakat vaktiyle Hâlid-i Bağdâdî tarafından fısıltıyla müfrattan çıkarılan ve- “karalisteye” alınan: (Matematik, Astronomi, Tarih, Corafya gibi…) pozitif ilimler medreselerde okutulmadı, hâlâ okutulmamaktadır. Bu komplonun, son 200 yıldır Türkiye toplumunda ne büyük yıkımlara ortam hazırladığı, dürüst ve ehil sosyologlar tarafından araştırılmalıdır. Önemle belirtmek gerekir ki medreselerde Sınav yoktur; kompozisyon pratikleri yoktur; Yazı ve çizim dersleri yoktur; Nadir istisnalar hariç, müderris öğrenciye soru yöneltmez. Derslerin tamamı Arapça kitaplardan izlenmesine rağmen Müderris ana dille (Kürtçe ve Türkçe) tercüme yoluyla ders verir. Müdirrisin kendisi bile Arapça’yı konuşma dili olarak kullanamaz.[6]

Onun için şeyh adayları bu medreselerde sınırlı bazı bilgiler kazansalar bile kültürden tamamen yoksun kalırlar ve çağı okuyamazlar. Fakat şeyhlik makamına geçtiklerinde bilgiye ve kültüre zaten ihtiyaç duymayacakları için bir sorunla karşılaşmazlar. Çünkü mürîd kalabalıkları ve toplum esasen onlardan bilgi beklememektedir. Halkın onlardan beklediği ve istediği şeyler: kerâmetlerdir, hastalarına şifadır, günahlarının affedilmesidir, Kıyamet günü şefaattir vs. İktidarların beklentisi ise oydur!

Arz ve talep kuralına bakılacak olursa, şeyhler, toplum ve siyaset çevreleri birbirinden memnundurlar. Onun için Şeyhlerin bilgi düzeyi hiç bir önem taşımamaktadır. Her şeye rağmen, Nakşî şeyhlerinin saltanatı Türkiye’de devam edeceğe benziyor. Bu ise Milli Türk Müslümanlığının, Hanefizmin ve tarikatçılığın (ve de ırkçılığın) Türkiyedeki geleceği hakkında önemli mesajlar veriyor. Bu nedenle Türkiye için (hatta bütün dünya için) İslam’ın (en azından çağımızda) bir ütopya olduğunu unutmamak gerekir.


[1] Bkz.محمّد أمين بن عمر بن عبد العزيز (ابن عابدين)، »سل الحسا الهنديّ في نصرة مولانا خالد النقشبنديّ«، مجموعة رسائل بن عابدين، الجزء الثاني، سل الحُساِ الهندي في نصرة مولانا خالد أنقشبندي 2/310 (28)  PDF http://www.waqfeya.com/book.php?bid=793

[2] Sayıları son derece az olan üst düzey (teorisyen ve aktivist) şeyhler, kendilerini “Kâinâtın rabbi” olarak görürler. “Şathiyât” adıyla bilinen sıra dışı sözlerle, “hulûl” ve “ittihâd” ifade eden söylemlerle ye da büyük iddialarla bazen kendilerini deşifre ederler.  

[3] “Elit Şeyhler”, Tarikat kurallarında değişiklik yapma yetkisini kendinde bulan teorisyenlerdir. Bunların sayısı son derece azdır. Her çağda bunlara rastlanmaz.

[4] Bu görüşün önemli bir kısmı “Vahdet-i vücûd” felsefesi kapsamında -fakat esrarlı bir edebiyat bulutu içinde- izah edilir! Onun için en zeki ve çok kültürlü insanlar bile bu felsefeyi incelerken büyük yanılgılara düşmüşlerdir.  

[5] Medrese eğitimi gören Türkler, Arapça نحو kelimesini gözleriyle gördükleri ve eğitimleri sırasında bu kelimeyi yüzlerce kez okudukları halde onu yine de “Nahuw” şeklinde aslına uygun telâffuz etmez, ısrarla “Nahiv” şeklinde okur ve seslendirirler! Bu inadın altındaki amaç, çok yönlü mesajlar vermektedir.  

[6] Medreselerde, (aşağıda adları sıralanan) kitaplardan ders verilir. Konuları farklı olan bu kitapların izlenme sırası aşağıdaki gibidir. Özellikle Kürt medreselerinde okutulan bu kitapların bir kısmı, (bu çalışmanın yazarı olarak benim, eğitim aldığım aileme ait) Arap-Hazîniye Medreselerinde okutulmazdı. Bunlara işaret edilmiştir.

* NUBAHÂR نو بهار: Manzum yazılmış Arapça-Türkçe sözlüktür. Yazarı Şeyh Ahmed Hânî’dir. (Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

Şeyh Ahmed Hânî, Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde (M. 1591/H. 1000 yılında) doğmuş, aynı yerde (M.1652/H. 1063 yılında) ölmüştür. NEHCU’L-ENÂMنهج الأنام : İslâm’da iman konularını içeren küçük manzum bir eserdir. Yazarı, Siirtli Molla Halil el-Ömerî’dir. (M. 1754-1843/H. 1167-1259)

(Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

* GÂYETU’L—İHTİSÂR  غاية الإختصار(Taqrîbتقريب ) : Şafii fıkhı konusunda yazılmış bir kitapçıktır.

Bölgenin Kürt halkı Şafiî olduğu için, bu çevrede öğrenime yeni başlayan çocuklara ibadet pratiklerini öğretmek amacıyla okutulur. Bu kitabın yazarı; Şemsuddîn Ebu Abdillâh Muhammed b. Qasım’dır.

* İBNU KASIMابن قاسم  (Fathu’l-Qarîbi’l-Mujîb Fi Sharhi elfâzi’t-Taqrîb) : İbn Qasım’ın yazdığı, yukarıda adı geçen, Gâyetu’l-Ihtisâr adlı fıkıh kitapçığının şerhidir. Yazarı ise Ahmed b. El-Huseyn’dir.

Medreselerde tefsir konusunda da; asıl adı Enwâru’t-Tenzîl wa Esrâru’t-Te’wîl olan Qâdıy Bezzâwî adlı tefsir okutulur. Bu tefsirin yazarı; Nâsiruddîn Ebulkhayr Abdullah b. Omar b. Muhammed esShîrâzî el-Bayzâwî’dir. (öl. H. 791) 

* EMSİLE الأمثلة : Konusu Arapça kelime türetme ve fiil çekim kurallarıdır. Ezberlenir.

* BİNÂ بناء : Konusu Arapça kelime türetme ve fiil çekim kurallarıdır. Ezberlenir.

* MAKSUD مقصود : Konusu Arapça kelime türetme ve fiil çekim kurallarıdır. Ezberlenir.

* İZZÎ عزي : Konusu Arapça kelime türetme ve fiil çekim kurallarıdır. Ezberlenir. Yazarı; İzzuddîn Abdulwahhâb b. İbrahim Ez-Zencânî’dir.

* AWAMİLİ-CÜRCÂNÎ عوامل الجرجاني : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren küçük bir kitapçıktır. Arapça’da kelimenin son sesini değiştiren yüz faktörden bahsetmektedir. Yazarı; Abdulkâhir b. Abdirrahmân el-Cürcânî’dir. (öl. M. 1078/H. 471) Bu kitap Molla Gürânî tarafından da şerh edilmiştir.

(Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

* AWAMİLİ-BİRGİWİ عوامل البركوي : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren küçük bir kitapçıktır. Yazarı; Birgili Muhammed’dir. Türkler tarafından İmam Birgivi olarak anılır.

* ZURÛF الظروف : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren küçük bir kitapçıktır. Açıklama dili Kürtçe’dir. «Tu bızan» diye başlar.Yazarı; Molla Yunus el-erqatıynî’dir.

(Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

* TERKîB التركيب : Konusu, Arapça nahuw’dur. Awâmil-i Curcânî adlı kitabın gramatik analizidir; her kelimesinin, cümle yapısı içindeki morfolojik yerini açıklayan bir eserdir. Açıklama dili Kürtçe’dir. «Tu bızan» diye başlar. Yazarı; Molla Yunus el-erqatıynî’dir.

(Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

* SUDULLAH-I SAGIYR سعد الله الصغير : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren küçük bir kitapçıktır. Awâmil-i Curcânî’nin şerhidir. Yazarı bilinmemektedir.

(Haziniye Medreseleri’nde bu kitap okutulmazdı. Kürt medreselerinde okutulurdu)

* ŞERHU’L-MUĞN شرح المغني : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren orta hacimde bir kitaptır. Özellikle bu kitapta edatlara önem verilmiştir. Muğni adlı kitapçığın açıklamasıdır. Yazarı; Muhammed b. Abdirrahim b. Muhammed el-Ömeri el- Meylânî’dir. Bu zat hocasına ait Muğnî adlı kitapçığı şerh etmiştir. Muğni’nin yazarı ise Ahmed b. Hasan el-Çarperdî’dir. (Öl. M. 1346/H.746) Bu iki zat da İranlıdırlar.

* SA’DUDDÎN سعد الدين : Konusu, Arapça Etimoloji, (fiil çekimleri ve kelime türetim bilimi)’dir. İzzi’nin şerhidir. Arapça fiil ve kelime türetme konusunda çok önemli bir eser olarak kabul edilir. Bu kitabın yazarı, Sa’duddîn Mes’ûd b. Omar et-Taftazânî’dir. (M. 1312-1389/H. 712-791)

* HALLU’L-MEAQID Fİ ŞARHİ’L-QAWAİD حل المعاقد في شرح القواعد : Konusu, Arapça Cümledir. İbnu Hişâm Abdullah b. Yusuf el-Ensarî’nin yazdığı Qawâidu’l-İ’râb adlı kitapçığın şerhidir. Bu şerhin, Zileli Ebussenâ Ahmed b. Muhammed tarafından yazıldığı söyleniyor ise de, Omar Rıza Kahhala, bu kitabın Sa’duddîn Mes’ûd b. Omar et-Taftazânî tarafından yazıldığını ileri sürmektedir.

* HALLU MUŞKİLÂTİ’L-İŞARÂT حل مشكلات الإشارات : Mantık ve Felsefenin temel kurallarını içeren bu kitap, İbni Sinâ’nın yazdığı «El-İşarât wa’t-Tenbihât» adlı kitabın açıklamasıdır. Bu şerhin yazarı, Nasiruddîn et-Tusî’dir. İbni Sina’nin bu eseri, ayrıca Ali b. Muhammed el-Âmidî tarafından «Keşfu’t-Temwihât fi şerhi’t-Tenbihât» adlı kitapta şerh edilmiştir. Fahruddin Râzi de bu kitabı «Lubâbu’l-İşarât» adı altında özetlemiştir. Onun için bu eser, TELKHIYS  تلخيصadıyla anılmaktadır.

* SA’DULLAH-I KEBîR سعد الله الكبير : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren hacimli bir kitaptır. Yazarı; Sa’duddîn Sa’dullah’tır.

* NETÂİCU’L-EFKÂR (Fi Şerhi İzhâri’l-Esrâr)نتائج الأفكار في شرح إظهار الأسرار : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren hacimli bir kitaptır. Yazarı; Mustafa b. Hamza er-Rûmî’dir. Bu kitap Awâmil-i Birgiwi’nin de müellifi olan Muhammed b. Ali El-Birgiwî’nin Arap dil grameri konusunda yazdığı İzhâru’l-Esrâr adlı eserinin şerhidir. İzhâru’l-Esrâr Anadolu’nun batısındaki medreselerde okutulur. (Doğu medreselerinde okutulmaz). Bu kitap, medreseliler arasında kısaca İzhâr diye anılır.

* ŞERHU ELFİYEشرح الفية ابن مالك : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren hacimli bir eserdir. Mısırlı Allâme, Celâluddîn Abdurrahman es-Suyûtıy tarafından, İbnu Malik’in, Manzum Elfiye’sine şerh olarak yazılmıştır. Kürt bölgesindeki medreselerde bu kitap, sadece «Suyutıy» olarak tanınır.

* MOLLA CÂMÎ (El-Fewâidu’d-Dıyâiyye)ملا جامي (الفوائد الضيائية) : Tanınmış Afganlı filozof, edip ve dilci Nuruddîn Abdurrahman Cami (Öl. M. 1492/H. 898) tarafından kaleme alınmıştır. Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren hacimli bir kitaptır. İbnu’l-Hâcib Cemaluddîn Osman b. Omar’n (Öl. M. 1249/H. 646) ünlü Kâfiye adlı eserine şerh olarak kaleme alınmıştır. Bu arada Kâfiye de ezberlenir. Medresede bu kitabı okuyacak seviyeye gelenlere (Talip), yani yüksek öğrenim gören öğrenci demektir. Bunlara iltifat olarak halk arasında “molla” denir.

* İSAĞÛCİ إساغوجي : Mantık konulu bir kitapçıktır. Aristo mantığını temel alır. Yazarı; Esîruddîn El-Mufaddal b. Omar el-Ebherî’dir. Bu zat Semerkandlıdır.

* SEMKATİ سمكاتي veya حسام كاتي: Bu eser, mantık konuludur, İsağûci’nin şerhidir.

* QAWLU AHMED (Kawlahmad) قول أحمد : Bu eser de mantık konuludur. Yazarı; Ahmed b. Muhammed b. Muhammed’dir. Kitabın metni çok rekîktir (girift ve anlaşılması zordur.)

* HAŞİYETU ABDİLGAFÛRحاشية عبد الغفور : Konusu, Arapça nahuw’dur. Gramer kurallarını içeren notların toplamıdır. Hocası, Abdurrahman Nuruddîn Cam’i’nin El-Fewâidu’d-Dıyâiyye adlı eseri üzerine, Abdulğafûr El-lârî’nin, düştüğü notlardan oluşmaktadır. Kısaca «Molla Cami» olarak da bilinen kitabın, bundan başka da haşiyeleri vardır. Bunlardan biri, adı geçen Abdulgafûr’un torunu, Abdulkerim tarafından yazılan haşiyedir. Ayrıca, Haşiyetu Usâm bunlardan biridir. Bu kitabın müellifi, Usamuddîn İbrahim b. Muhammed el-İsferâinî’dir. Fakat doğu medreselerinde bu haşiyeye fazla önem verilmemekte, daha çok Abdulgafûr’un haşiyesine baş vurulmaktadır.

* RİSALET’UL-WAD’ رسالة الوضع : Konusu semantiktir. Kelime-anlam ilişkisini inceler. Bir çeşit dil felsefesidir. Yazar; Qâdıy Abdurrahman b. Ahmed b. Abdilgafûr Adududdîn el-Îcî’dir.

* İSTİARATU USÂM استعارة عصام : Arap dilinin edebi sanatlarını anlatan bir eserdir. Yazarı; Usamuddîn b. İbrahim’dir.

* İSTİARATU’L-LEYS ES-SEMERQANDî استعارة الليس السمرقندي : Arap dilinin edebi sanatlarını anlatan bir eserdir. Yazarı; Ebu’l-Qasım El-Leys Es-Semerqandî’dir. Doğu medreselerinin bazısında «İstiaratu Usâm» yerine bu eser okutulur.

* MUNÂZARA المناظرة : Bilimsel tartışmaların ilke ve kurallarını açıklayan bir risaledir. Yazarı; Muhammed b. Ali el-İhsâî’dir.

* ŞERHŞEMSİ شرح شمسي : Konusu mantıktır. Necmuddîn b. Ali El- Qazwinî’nin «Şemsiyye» adıyla yazdığı kitabın şerhidir. Bu şerhin yazarı; Mahmud b. Muhammed er-Râzî’dir.

* MUKHTASARU’L-MAÂNÎ مختصر المعاني : Konusu, Arapça edebî sanatlardır. Yazarı; Sa’duddîn Mes’ûd b. Omar et-Taftazânî’dir. 

* ŞERH’UL AQÂİDشرح العقائد : Konusu, Aqâid (İslâm İnanç esasları)’dır. Yazarı; Sa’duddîn Mes’ûd b. Omar et-Taftazânî’dir. 

* CEM’UL-CEWAMİ جمع الجوامع : Konusu Fıkıh Usûlüdür (fıkıh bilimi metodolojisi). Yazar; Tâcuddîn Abdulwahhâb b. Ali Es-Subukî’dir (Öl. H. 771)

Son Yazılar

YAZAR HAKKINDA 1945 yılında Muş’ta doğan yazar Feriduddin AYDIN, Hz. Hasan’dan devam eden Haşimî Hanedânı’nın 35’inci kuşağındandır. Ataları 1258 de Moğolların saldırısı üzerine Abbasîlerin başkenti Bağdat’tan göç ederek Siirt’e gelip yerleşmişlerdir. Yazar, asırlar boyu ilimle haşir neşir olan ve nesillerine miras olarak bilgi birikimlerini bırakan ailesinin geleneğine uyarak, -hem Türkçe, hem kendi ana dili olan Arapça-, köklü ve çok yönlü bir eğitim aldı. Multilingual olarak yetişen yazar, aşina olduğu yabancı diller sayesinde ve hayata atıldıktan sonra edindiği deneyimlerle geniş bir ufuk kazanandı. Türkiye’de son yüzyıl içinde din, dil ve ahlakta yaşanan yozlaşma ve çöküş süreçleri üzerine çeşitli araştırmalar yaparak (Arapça ve Türkçe) birçok eser verdi. Bunlardan biri de «TARİKATTA RABITA VE NAKŞİBENDİLİK» adlı çalışmadır. ------------------------------------------ ABOUT THE AUTHOR The writer Feriduddin AYDIN, born in Mush Eastern Turkey in 1945, He is the 35th descended from the Hashemite dynasty, which is continuing from Hasan ben Ali. The ancestors were settled in Siirt by immigrating from Baghdad, the capital of Abbasids upon the attack of the Mongols in 1258. The author has received a good and multi-faceted education in both Turkish and Arabic, each of which is his mother's language according to the tradition of his family, which for centuries inherited knowledge as a heritage. The author has gained a great deal of knowledge thanks to the foreign languages he has mastered as he is multilingual and has benefited from the experiences he has experienced since his life. Has conducted various researches on the impact of collapse and corruption in religion, language and ethics during the last century in Turkey. His works were written in Arabic and Turkish. One of his most famous researches is a work called "The Naqshbandi Method Between Its Past and Its Present", written in Arabic and published on the Internet. ------------------------------------------------- عن المؤلف الكاتب فريد الدين آيدن، وُلِدَ في مدينة موش الواقعة شرقي تركيا في عام 1945، وهو من الطبقة 35 من السلالة الهاشمية الممتدّة من صُلب حسن بن علي. أقامَ أسلافُهُ في مدينة أسعرد الواقعة في جنوبي شرق تركيا اليوم، بعد الهجرة من بغداد، عاصمة العباسيين على أثر هجمات المغول في 1258. وقد تلقى المؤلف تعليما جيدا ومتعدد الأوجه، باللغتين التركية والعربية، يُعدّ كل منهما لغتة الأم بالنسبة له وفقا لتقاليد أسرته التي ورثت منذ قرون المعرفةَ كتراث. اكتسب الكاتب آفاقا واسعة بفضل اللغات الأجنبية التي يُتقنها إذ هو متعدد اللغاتِ كما استفادَ من التجارب التي عاشها طوال حياته. أجرى بحوثا مختلفة حول أثر الانهيار والفساد في الدين واللغة والأخلاق خلال القرن الماضي في تركيا. تمت كتابة أعماله باللغتين العربية والتركية. وأحد أشهر أبحاثه هو عمل يسمى "الطريقة النقشبندية بين ماضيها وحاضرها"، وهو مكتوب باللغة العربية يُنشر على شبكة الإنترنت.