Son Kısa Gülüş

Bitti. Her şey, her şey bitti bitecek! Böyle başlıyor Samuel Becket’ın ‘’Oyunsonu’’ adlı eseri. Duymaya alışkın olduğumuz sözler en başta söylenerek devam ediyor. Niçin bitti, niye bitecek gibi sorular bizim ilgi alanımızın dışında şuan için; dilim, kelimeleri ağzıma tıkayarak mani oluyor daha fazla saçmalamama çünkü. Kendimi bu aczin içinden haklı çıkarabilir miyim bilmiyorum. Bir çelişki denilebilir mi buna? Bu hayattaki yerim neresi? Bildiğim şey ne kadar korkunç (saçma) olsa da durum bu. Elimden gelenin daha fazlasını yapabilir miyim? Size itiraf edebilirim belki. Halimden memnunum, gayet sakin ve tedbirliyim. Öyle ki duvara güvenle bakabilirim, yalnız başıma. Sırf bu yüzden size bir hikâye bile anlatabilirim. Hikâye anlatmada ne kadar beceriksiz olduğumu siz de bilin istiyorum. Gülünç olan anlatılan hikâye değil, anlatamama becerisidir sanırım. E bunu dedik. Bunu tekrar etmede de üstüme yoktur. Şimdilik kısa bir gülüş yeter bize. Kısa bir gülüş yapanlar, hangi tarafa bakacaklarını da iyi bilirmiş. Duvarda kendi aksinizi göremeyeceğinize göre, size ben anlatabilirim ancak bu hikâyeyi. Zor gelir, gelmez bu çelişkileri görmezden gelemeyiz; fakat gene de anlatmak istiyor insan içindekilerini. Dışarıdan bakınca o kadar parıldıyor ki resim, gözlerimi örtmek zorundayım. Kısa bir gülüş yapmaktan çekinmeyelim. Aramızdaki meseleler bizi bağlar, başkalarının ne haddine. Tabi bunun dışında yapılan başka saçmalıklar da yok değil. Sabah kalk, elini yıka. Dişlerini fırçalamayı bilerek unut. Üstüne bir şeyler çal. Otobüse veya metroya geç kal. İşe geç kal. Yalan söyle bir iki dakika kendin için. Nasılsın bugün diyen birine sana ne de? Yolunu değiştir, yaşlıya yer ver ya da verme. Önce sağa sonra sola bak ve geç karşıya ya da hiçbiri. Bir an böyle düşünelim, düşünmeyelim ya da. Saatler sabah vaktini ezip geçmiş olsun. Akşama ramak kalmış olsun. Bu da olsun yani. Eve dönüş yolunda bir adamın omzu omzunuza çarpsın. Hiç arkanıza bakmadan vapura yetişmeye çalışın. Hesabı ödemek için tuvalete gidin. Siz geldiğinizde ödenmiş olsun. Kısa bir gülüş. Eksik etmeyin masadakilere. Bugün de doyduk. Bu gece de elim cebime değmedi, deyin. Aynı şeyler işte, tekrar edilen saçma şeyler. Kısa bir gülüş. Her şey biter, bitecek.

Zaman. Bir ev bırakalım bizden öncekilere. Bir araba. Bir ek hesap ve bir de altın yüzük. Sonra ölüm. Rahmetliyi nasıl bilirdiniz, demek için mi her şey? Bitti derken gerçekten haklı mıydı Becket. Ya da bitecek derken. Biz hangi tarafı seçeceğimizi biliyor muyuz? Daha dün yanından geçtiğim mezarlık, daha bugün telefonda bana söylenen mezarlığa gidiyoruz şarkısı. Kıyamıyoruz annemize, babamıza. Sonra varoluştan bahsederiz. Asıl geleceğim yer buydu ama nedense doğrudan giriş yapmayı bir türlü beceremedim. Gerçi giriş yapsaydım böyle sıralardım cümleleri ve siz, ne anlatıyor bu adam derdiniz gene. Her şeyin farkındayız, fakat şöylemesine mesafeyi açıp uzaktan bakalım olacaklara. Geleneği reddetmekten de yakınırız. ‘’İnsan demek töre demek, töre demek ölmek, öldürmek demek’’ Taziye’de Fasla kadın’ın bize söylediği sözler bunlardı. Çok sonra telefona sarıldım. Fasla kadının söylediği bu sözü söyledim. Ölüm bir töre olamaz. Öldürmek olamaz deyip sert çıktı bana. Elbette ölüm bir töre biçimidir. Öldürmesem çıkamam dışarı, güneşi göstermezler bana, yaşamak için öldürmekten başka çare yok. Yoksa töre, yasını tutmana bile izin vermez. Hakikat bu. Ölümü elinden alamazsın bu toprakların. Aldığın an biter töre. Yani insan. Fazlasıyla sosyolojik bir ciddiyetten bahsediyoruz. Öyle kolay değil, üstünü örtmek bunun. Toprak desen kan içmekten bıkmıyor.

Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta. Bir hikâye anlatıyordum en son. İki adam ağacın altında bekliyor. Kimi beklediklerini kimse bilmiyor. Zaten onlar da bilmiyor kimi beklediklerini. Fakat sadece beklemeleri gerektiğini çok biliyorlar. Bu hikâye çok tanıdık gelmiş olabilir, gelmemiş de olabilir. Bu hikâye hiç anlatılmamış da olabilir ama. Belki de yarım kalacak devam edersem. Sonu nasıl olacağını da bilmiyorum. Her gün değişmiyor mu zaten bu halimiz. Başımız dertte olsa da başa çıkmayı deneriz. Ben ölmeden önce kendi varlığım hakkından konuşamıyorum, ölünce de konuşamıyorum. Ben ölüm halini çok merak ediyorum gerçekten, insan ölürken nasıl ölüyor; NASIL bir şey bu ölüm. Yaşarken kendini seyretmek mümkünken, ölünce bunun mümkün olmamasını nasıl izah edebilirim ki. Bitti mi, bittiği için mi hepsi bitiyor? Bitecek. Bitsin. Kısa bir gülüş.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''