Freni Tutmayan Oruç

Hicretin 2. yılı Ramazan ayının 16. Günü 300 küsur sahabe yürüme mesafesi yaklaşık olarak 120 kilometre olan çöl yolunda, ağustos ayının 45-50 derece sıcağında oruçlu vaziyette Bedir’e doğru cihada gitmektedirler.

Bedir’e yaklaştıklarında Allah’ın Resulü, sahabesinin sıcaktan, açlıktan, ayaklarının kuma bata çıkmasından mütevellit yanmış halinden müteessir bir hal ile, bir öğle vakti şöyle seslendi ashabına: Oruçlarınızı iftar edebilirsiniz.

Sahabe şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü bu kesin bir emir midir orucumuzu bozmak için?

Allah’ın Resulü: Hayır, ancak seferi olduğunuz için oruçlarınızı bozmakta size beis yoktur dedi.

Sahur yemekleri en fazla 3 hurma olan ashap ise, Ya Rasulallah belli ki biz Allah ile kavuşulması mümkün olan bir yere (Bedir’e şehit olmaya) gidiyoruz, eğer kesin emrin bu değilse müsaade et orucumuzu bozmayalım dediler.

Akşam oldu, Bedir’de mola verildi. İftar sofrasında çok az hurma olunca birçok sahabe sadece o hurmaları “yalayarak”, yiyerek değil iftar etmek zorunda kaldılar.

Ertesi günü Bedir meydanında cihat ettiler…orucun farz kılınışının ardından gelen ilk Ramazan’da gerçekleşen bir olay bu. İlk defa oruç tutan ama aslında normal hayatları da açlık ve yokluk içinde geçen sahabenin oruçla ilk imtihanı.

Sahurda yiyecek bulamayan ve bundan dolayı, peygamberin sahurda yemek bulamayan kimselerin doyurulmasının teşvik edildiği zamanlar.

Yani şimdiki gibi şarkılı, türkülü, beş yıldızlı, bol kepçe sofraların kurulduğu, neredeyse kuş sütünün dahi eksik edilmediği sofralar değil.

İnsanların oruç tuttuktan sonra bir deri kemik kaldıkları, bizlerin ise obezite ile mücadele ettiğimiz zamanlar hiç değil.

Sofralara fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin ve düşkünlerin çağrıldığı zamanlar; sultanlara layık sofraların donatıldığı, zenginlerin birbirini ağırladıkları zamanlar hele hiç değil.

Yemek, içmek ile araya mesafe konulması gereken bir ibadetin, günümüzde akşama ve sahura ne yiyeceğiz edebiyatının ve yemek tariflerinin yapıldığı bir arenaya dönüşmediği zamanlar.

Bir yılda yiyemediğimiz ne varsa hepsinin Ramazan ayında yenmesi gereken bir zorunluluk varmış gibi, yemeğe, içmeye saldırdığımız yağma ve talan ayına dönüşmediği Ramazanlar.

Gelgelelim bugüne;

Ramazan ayında ibadet neredeyse yemekle özdeşleşmiş durumda. Ramazan da insanlar ne yiyemediklerini ve ihtiyaç sahiplerine ne yedirebileceklerini konuşacaklarına, iftarda neler yedikleri üzerinden caka satmak ve bunu da sosyal paylaşım ağlarından paylaşmakla Ramazan’ın ruhunu yakaladıklarını zannetmektedirler.

İnsanlar çılgınca alışveriş yapmakta, kilerler, dolaplar aylarca yetecek yiyecek ve içecek ile doldurulmaktadır.

Bir de son yıllarda şöyle bir ibadet şekli çıktı ki evlere şenlik: ya televizyon başında ya da ünlü bir hocanın kıyısında köşesinde, elimizde çekirdek ve çay ile kendimizden geçirecek Kur’an tilavetleri eşliğinde (mealini bilmeye zaten gerek yok!) Hz. Peygamber ve sahabe kıssaları dinleyip, iç geçirip ya helal olsun ne güzel insanlarmış diyerek musmutlu ve tefekkür etmiş edasıyla eve dönmek…

Sahi Bedir’e yolculuk mu var?

Neyle insan cihat etmeli?

Nefsin ve aklın önündeki en büyük engel yemektir yani mide. Bundan dolayı sağlıklı bir akıl ve ruha sahip olabilen insana Allah, Kur’an’ı inzal etmeye Ramazan ayında başladı. Kendisini dünyaya ve dünyalık olana karşı tutabilen varlığın eline, kalbine ve aklına Kur’an emanet edildi.

Oysa bugün biz, kadri kıymetimizi bulacağımız, kendimize değer ve anlam katacağımız bu bereketli ayda yeme ve içmeye mesafe koyacağımız yerde; günümüzü ve gecelerimizi ne ile yiyip içeceğimizi düşünerek ve bilfiil yaparak hoyratça harcamaktayız.

Kendimize bir iyilik yaparak, bu gece iftarda sadece hurma m yesek?

Yoksa sadece bir tas çorba mı?

Midemizin gurultusunu en son ne zaman duyduk acaba?

Evet, belki şu sayılanların birçoğunu yapmayacağız ama hiç değilse birkaç gece normal kahvaltı yapsak, biraz aç uyusak kim bilir peygamberimizi kendimize örnek almış olmaz mıyız?

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” Ahzâp Suresi/21.Ayet

 

Fotoğraf kaynak: http://sifamarket.com/hastaliklar/obezitenin-getirdigi-hastaliklar.html

Son Yazılar

Doğmak ve varlık hamuruna maya tutmak, Yokluk denizinde inci mercan olmak, Kah yel gibi şaha kalkmak, Kah toprak gibi ölü kalmak, Her an yeniden doğmak; ölüme, Ölümüne yaşamak; yaşamak için ölmek, Diri olarak doğanlara ne mutlu, Doğduğu halde ölenlere ne acı. 1975 yılında Adıyaman’da doğdu. 2002 yılında Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2014 yılında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam ABD’nda yüksek lisansını tamamladı. 2003 yılından beri MEB bünyesinde DKAB öğretmeni. Beyan Yayınlarından, “Tevhid Düşüncesi Ekseninde Kişisel Gelişim Kitapları” adlı kitabı mevcuddur.